Hikâyesi Olan Şehirler

Hikâyesi olan şehirlere âşık kişiler vardır. Onlar her nereye giderlerse gitsinler, geçmişlerinin önemli bir bölümünün saklı olduğu toprakları, burada yaşadıklarını hep hatırlarında tutarlar ve hiçbir zaman unutmazlar.

Hikâyesi olan insanlar olduğu gibi, hikâyesi olan şehirler de vardır. Onları diğerlerinden ayıran en önemli özellik, tarihe düştükleri not, orada edindikleri yerdir. Oysa böyle bir özelliğe sahip olmak hiç ama hiç kolay değildir ve bazı açılardan düşünüldüğünde pekte arzu edilmez. Çünkü bunlar; fırtınaların, kargaşaların, savaşların ve bu süreçte geçmişten devralınan kültürel mirasın büyüttüğü, kökleri tarihin derinliklerinden ses veren, bu sesin yankısının günümüzde de sürdüğü şehirlerdir.

Hikâyesi olan şehirlere âşık kişiler vardır. Onlar her nereye giderlerse gitsinler, geçmişlerinin önemli bir bölümünün saklı olduğu toprakları, burada yaşadıklarını hep hatırlarında tutarlar ve hiçbir zaman unutmazlar. Şehrin gölgesi bir ömür boyu takip eder, bir türlü bırakmaz peşini. Ve her nerede yaşarsa yaşasın; hep içinde o eski şehir ve o şehrin kırık dökük anıları, o şehrin sokakları, caddeleri, mahalleleri… Ve ailesiyle birlikte hayatı paylaştığı evi… O evde geçirdiği günlerin keyifli, coşkulu ve hüzünlü anları… Bir tarafı İstanbul’a dayanan Yunanlı şair Konstantin Kavafis’in “Başka Bir Deniz Bulamazsın” şiirinde söylediği gibi:

“Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de.

Zira hatıralarının büyük bölümü, o şehirden hatırladıklarındır. Günün değişik saatlerinde bu hatıralar yumağından seçtiğin manzaraları bazen büyük bir keyifle, bazen büyük bir hüzünle göz pınarlarından süzülen iki damla yaş refakatinde hikâye edersin seni dinleyenlere…  Aradaki mesafe bir anda ortadan kalkmış ve anlatıcı yeniden kendisini o şehirde, o şehrin sokağında, caddesinde ya da çocukluğunun geçtiği o mekânda bulmuştur. Yüreğini daraltan bir acı eşliğinde veya bir hüzünden arta kalmış buruk bir bakış nezaretinde, yakasını bırakmayan hasretliği şairane bir anlatımla dile getirir:

Ellerimde sabır sarmaşıkları
Sevdanı yeni baştan kavrıyorum
Mahmurluğunu kendime eş edip
İsyanımı yeniden büyütüyorum
Ey şehir
Uyanışın gergefinde nakış nakış dokumak
Ve masumluğunu yeniden duymak için
Kar beyazı gecelerini duayla beziyorum (İsmail Bingöl, “Ey Şehir’den”)

An o an, zaman o zaman, gün o gündür artık. Hicranlı bir şafakta usulca ve sessizce elinden kayıp gidenlerden hafızasında kalanlar kelimelerin tercümanlığında dilinden sökün ettikçe, bu hâli tariften aciz kalmamak elde değildir. Yorgun vakitlerin maziye ektiği tohum yeniden canlanmış ve içten içe büyüyerek, bütün bir yüreği kaplamıştır. Öyleyse o şehri unutmak mümkün mü?

İşte benim şehrim de böyledir ve Anadolu’nun hikâyesi olan şehirlerinin başında gelmektedir. Çocukluğum; şehrin Arnavut kaldırımlı sokaklarında geçti. Daracık sokaklarında koşup oynarken zamanın nasıl geçip gittiğini anlamadığım şehrin, kışları ve yazları en çok hatırladığım mevsimleri… Evler de insanlar gibi birbirine yakındı ve ben pekte farkında değildim nerede yaşadığımın… İnsan o yaşlarda herkesin aynı olduğunu ve üç aşağı beş yukarı aynı şekilde yaşadığını düşünüyor çünkü. Yıllar bir bir akıp giderken zamanın sonsuzluğunda, okullar bitip arkadaş sayılarımız artıp, kitaplarla kurduğumuz dostluk geliştikçe idrak etmeye başladık; tek ya da iki üç katlı evlerin, tarihi eserlerin oluşturduğu şehrin önemini ve değerini… Sinesinde büyük ve emsalsiz hikâyelerin gizli olduğunu, bu hikâyelerin toplamının şehri şehir yaptığını, büyüttüğünü ve nerelerden, nelerden geçerek bugünlere geldiğini…

Sırtını Palandöken Dağının ululuğuna dayamış, yüzünü Daphan ovasına çevirmiş; savaşların, destanların, efsanelerin ve kahramanlıkların şehri olan bu yerleşim yeri, kanatlarını sağa sola açmış bir kartal misali asırlardır Anadolu’nun kapısını beklemiştir. Türkülerin, barların, şairlerin, seyyahların şehri, efsane kuş Hüma’nın yükseklerden seslendiği, güneyinde Palandöken, kuzeyinde Kargapazarı, Dumlu Dağları, Güvercin Dağları ve Mescit Dağlarıyla çevrili, ülkemizin en yüksek rakımına sahip olan ve sadece yerlisi olanın değil, şöyle bir uğrayıp geçenlerin bile dikkatini çekmiş, hele de biraz uzunca misafiri olunduğunda, gönüllerde yeretmiş, unutulmazlar arasına katılmıştır.

Birçok şair ve yazar; hikâyesinden etkilendikleri şehre ve insanına kelimelerle kayıt düşmüş, anlayabildikleri ya da izin verdiği kadar onun sırlarına dokunmuş ve adından söz etmişlerdir. Zira hikâyesi olan şehirler, bu işin erbabı olanlar için, anlatılması, üzerinde durulması gereken şehirlerdendir. Görüp geçirdiklerinden, geçmişte yaşadığı acı tatlı olaylardan hisse alınması lazım gelen bu gibi şehirlerde, asırların yüklediği yorgunlukları, eskimişlikleri hissederek gezersiniz. Eğer dilinden anlamayı becerirseniz, size o eski çağlardan çok şey fısıldar, inanması zor hikâyeler anlatır. Dost bildiklerinden neler çektiğini, düşmanlarının acımadan yaşattıkları zulümleri bir bir anlatır. Her bir taşı, şehit kanlarıyla sulanmış her karış toprağı yakından şahittir bu yapılanlara…

Onun içindir ki; hikâyesi olan şehirlere yapacağınız yolculuklarda, daha önce bir göz gezdirin tarihte onun hakkında yazılı olanlara, coğrafyayı vatan kılanların bu şehirler yardımıyla geleceği nasıl kurduklarına… Eğer bu gibi şehirleri bu söylediğimizden habersiz ve bilgisizce dolaşırsanız, onlar da sizinle hiçbir sırlarını paylaşmaz ve hatta size küserler. Öyleyse sakın küstürmeyelim hikâyesi olan bu abide şehirleri…

İsmail Bingöl

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir