Topkapı Sarayı, içerisinde muhafaza ettiği birçok önemli eşya ile dünya üzerindeki en önemli müzelerden başında gelir. Bu eşya içerisinde İslâm dünyası için en mukeddes olanları Hasoda yani Kutsal Emânetler Dâiresi olarak adlandırılan mekânda sergilenmektedir.Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethi ile beraber orada bulunan Hz.Peygamber’e ait emanetler İstanbul’a Topkapı Sarayı’na nakledilmiş, diğer bir kısım emanetler de peyderpey saraya çeşitli vesilelerle intikal etmiştir. Emanetler sarayda yüzyıllar içerisinde başta Hasoda olmak üzere çeşitli köşklerde muhafaza edilmiş fakat Hasoda 19. yüzyılda itibariyle sadece kutsal emanetlerin muhafaza edildiği mekana tebdil edilmiştir. Topkapı Sarayı’nın kalbi Emânât-ı Mukaddese’nin muhafaza edildiği bu müzeyyen mekânda atmaktadır. Sarayda çalıştığımız dönemde üzerine en çok titrediğimiz nokta da burası olmuş, bütün bakımlarıyla en ince ayrıntısına kadar ilgilenme şerefine nâil olmuştuk.
Sarayda Halûk Hoca ile mesaimize Kutsal Emânetler Dâiresi’ni ziyaret ve kontrol ile başlardık. Gün içerisinde şahsen en az 3 kez bu aziz mekâna gelir herhangi bir sorun olup olmadığını gözlerdim. Bazen Salı günleri buradan yapılan genel temizliğe iştirak ederek görevli kişilerle beraber bu manevi mekânı maddi kirlerden temizlerdik. Zaman zaman da burada Kur’an Kerim tilaveti yapan hocalardan da izin alarak 500 yıldır devam edegelen geceli gündüzlü Kur’an okuma geleneğinin bir parçası olurdum. Halûk Hoca genellikle misafirlerin Kutsal Emanetler Dairesi’ni gezdirme vazifesini bana verir, ben de bu mekânı anlatmaktan büyük bir şevk duyardım. Bu mekân ile ilgili unutamadığım ilk anım ise Halûk Hocanın bana burayı ziyaret eden Arap turistleri sayma işini vermesiydi. Bu işe bir anlam verememişken bunun üzerine bu mekânın önüne dikilen gülfidanları budama ve bunları sayma işi de eklemişti. Anlaşılan hoca bana başta söylediği hususu yani “sabretmeyi bilmelisin” sözünü uygulamaya geçirmişti. Gerçekten sabretmeyi sarayda hocanın yanında öğrendim desem hiç mübalağa etmiş olmam.
Hasoda içerisinde okunan Kur’an sesini dinlemeyi de çok sever, sık sık hocaefendilerin tilavet odasında kulağıma o güzel sesli tilavete verirdim. Halûk Hocanın burası ile ilgili en hassas olduğu konuların başında kendi tabiriyle “leyl ü nehar okunan Kur’an’ın İstanbul tavrı üzerine hicaz makamında tilavet edilmesi” konusu geliyordu. Hocaya göre burada vazife yapan kâriler makam bilgisi olan, sesi güzel ve İstanbul tavrı okuyuşa vâkıf olmalıydı. Burada okunan Kur’an gelenleri etkilemeli, kalplerine hitap etmeliydi. Hoca bunu “Kur’an tilaveti zevk-i selim ve kalb-i selim ile olmalıdır” şeklinde izah ederdi. Yine özellikle bu mukaddes mekâna uygunsuz kıyafetler ile girilmemesi için çeşitli önlemler aldırmıştı.
Kutsal Emanetler Dâiresi ile ilgili birçok hatıramız bulunmakla beraber beni en çok etkileyen anı şudur. Halûk Hoca bir öğle vakti Kutsal Emanetler Dâiresi’nden çıkarken o sırada Ayasofya’nın dört minaresinden hicaz makamında ezanlar okunuyordu. Buna mukabil Hasoda’da okunan hicaz makamındaki Kur’an sesi de dışarıya aksediyordu. Bunun üzerine hoca ezan ve Kur’an seslerinin oluşturduğu lahuti havayı işaret ederek: dikkat ettin mi şu armoniye. Yahya Kemal bu iki husus için şöyle diyor: “Bu devletin iki mânevî temeli vardır: Fâtih’in Ayasofya minaresinden okuttuğu ezan ki hâlâ okunuyor! Selim’in Hırka-i Saâdet önünde okuttuğu Kur’an ki hâlâ okunuyor! Eskişehir’in, Afyonkarahisar’ın, Kars’ın genç askerleri! Siz bu kadar güzel iki şey için döğüştünüz” . Daha sonra bana Yahya Kemal’in Aziz İstanbul adlı eserini mutlaka okumam gerektiğini söyledi. Bu tavsiye üzerine bu kıymetli eseri aldım, okudum. Bu kitap beni İstanbul’un derûnuna âşina olmaya sevk etti. Hala kütüphanemizde onu görünce o günü hatırlar, hem Yahya Kemal’e hem de Halûk Hoca’ya Fatihalar gönderirim.
Kutsal Emanetler Dairesi’nde Hz.Peygamber’e ait bir eşya vardır ki bu mübarek emanet için Osmanlılar döneminde törenler ve alaylar düzenlenen Hırka-i Saadet’tir. Öncelikle şunu ifade etmek gerekir. İstanbul’da Hz.Peygamber’e ait iki hırka bulunmaktadır. Bunlardan Topkapı Sarayı’nda bulunan Hz. Peygamber tarafındna Şair Kâ‘b b. Züheyr’e hediye edilen hırkaya Hırka-i Saadet, Fatih Hırka-i Şerif Camii’nde bulunan Hz.Peygamber’in Veysel Karanî Hz. gönderdiği hırkaya da Hırka-i Şerif denmektedir. Hırka-i Şerif Ramazan ayında bütün halka ziyarete açılırken Topkapı Sarayı Kutsal Emanetler Dâiresi’nde bulunan Hırka-i Saadet ise Ramazan’ın 15. Günü sadece padişah ile devlet adamlarına açılmaktadır.
Hırka-i Saadet ziyareti saray tarihinde önemli bir gelenektir. Bu ziyaret ile ilgili kendisiyle sarayda Haluk Hoca vesile ile tanıştığım ünlü sanat tarihçisi Prof.Dr. Nurhan Atasoy hocamızın şu makalesinden çok yararlanmıştım. Buyurun Nurhan Hocaya kulak verelim:
Ramazan ayının on ikinci günü başta padişah olmak üzere Has Oda ağaları mukaddes emanetleri Revan Odası’na taşıdıktan sonra her taraf süpürülür, gül suyu ile yıkanır, öd ve amber yakılır, böylece hırka-ı saâdet ziyarete hazırlanırdı. Ramazanın on dördünde ziyaret merasimine katılacak olan devlet adamlarına davet tezkireleri gönderilirdi. Sadrazam ve davetliler, ertesi gün öğle namazından sonra Bâbüssaâde önünde silâhdar ağa tarafından karşılanırdı. Sadrazam sağında silâhdar ağa, solunda Has Oda başı, şeyhülislâmın da sağında ve solunda birer Has Odalı ağalarla beraber çuhadar, rikâbdar, tülbent, anahtar ve peşkir ağaları protokol sırasına göre hırka-i saâdetin ziyaret edileceği yerde toplanıp imâm-ı evvel, imâm-ı sânî, Has Oda imamı ve pek çok müezzin ayakta Kur’an okurlar, padişah, şeyhülislâm, sadrazam ve diğer erkân hırkayı ziyaret ederlerdi. Akşama kadar süren bu törende yeniçerilere ve öteki ocaklılara baklava dağıtılır, ilgililere rütbelerine göre hil‘at giydirilir, ziyaretçilere de üzerinde, “Hırka-i hazret-i fahr-i rusüle / Atlas-ı çerh olamaz pâyendâz // Yüz sürüp zeylini takbîl ederek / Kıl şefî-i ümeme arz-ı niyâz” gibi mısraların yazılı olduğu çevreler verilirdi. Ramazan ziyaretlerinde hırka-i saâdetin gümüş tahtı ve altın anahtarlı altın sandukası bizzat sultan tarafından açılır, yedi ipek kadife bohça içindeki hırka-i saâdet çıkarılır, uçları su dolu bir kâseye hafifçe batırılarak ıslatılır ve bu su, dolu kazanlara taksim edilir, kazanlardaki su ise içilmek üzere dağıtılırdı. I. Ahmed tarafından başlatılan bu âdet, sonraları hırka-i saâdete zarar verdiği gerekçesiyle sadece bohçanın bir kısmı ıslatılmak suretiyle devam ettirilmiştir. Ancak II. Mahmud tarafından bunun yerine özel olarak hazırlanmış, üzerine hırka-i saâdet hakkında bir şiir yazılmış tülbentlerin hırka-i saâdete sürülmesi ve bunların ziyaretçilere dağıtılması âdeti yerleştirilmiştir. Ziyaretin sonunda hırka-i saâdet yine sultan tarafından yerine konulur, gelecek ramazana kadar açılmazdı.
Nurhan Hocamızın ifade ettiği gibi Hırka-i Saaadet merasimleri Osmanlı’nın yıkılışına kadar bu şekilde icra edildi. Halûk Hoca’nın müze müdürlüğüne kadar bu gelenek yapılmak beraber bir disiplin dâhilinde değildi. Halûk Hoca bu geleneği eski kurallarına bağlı olarak yeniden ihya etmişti. Hasoda’nın gül suyu ile yıkanıp temizlenmesi, ziyaret için davetiyeler gönderilmesi, ziyaret sırasında dikkat edilmesi gereken kurallar, ziyaretten evvel buhur yakılması, ziyaretçilere hediye edilecek dest-i mal adındaki ipek kumaşın hazırlatılması ve hangi kasidelerin, aşr-ı şeriflerin okunacağına kadar hepsi detaylı bir şekilde belirleniyordu.
Ziyaret günü herkes koyu renk elbiseleriyle Enderûn avlusuna geliyor, Hasoda’nın içerisinde bulunan Şadırvanlı Sofa olarak adlandırılan bölümü alınacakları vakti bekliyorlardı. Halûk Hoca’nın sarayda hayata geçirmek istediği önemli bir noktada Kutsal Emanetler Dairesi içerisindeki Şadırvanlı Sofa’ya dını veren şadırvanı tekrar su ile buluşturmak idi.Ama bu havuz işler hale getirmek diğerleri kadar kolay değildi. Uzun uğraşlar sonucu teknolojiden de yararlanarak su yolları iyileştirilip havuzdan su akması sağlanmıştı.Gerçekten Şadrıvanlı Sofa’nın şadırvanından fıskıyeler vasıtasıyla sular akıtılması , o su sesisinin kubbeler yankılanması hocaya çok sevindirmişti. Haluk Hoca: Bundan sonra her Cuma, kandil ve bayram günlerinde bu şadırvanın içerisinde gül yaprakları bulunacak fıskiyelerinden akan suya gül suyu karıştırılacak, bu mekan gül kokacak talimatı vermişti. Bu sırada biz burada meşhur şadırvanın (havuz) içeride hazırlıkları kontrol ediyorduk. Benim bu ziyaret programındaki vazifelerim arasında; davetlileri teşrifat üzere karşılamak, Hırka-i Saadet ziyareti sırasında gelenekte olduğu üzere salavat, tekbir, tehlil, kur’an ve kaside okuyacak hocaları organize etmek ve onlara eşlik etmek, Hasoda’da buhur gezdirmek, davetlilere iftar yemeği için yönlendirmek, İftardan sonra diş kiralarını dağıtmak ve nihayetinde Enderûn teravihini tertiplemek bulunmaktaydı. Ziyaret genellikle kültür sanat insanları, akademisyenler, bürokratlar, bakanlar zaman zaman başbakan ve Cumhurbaşkan gibi zevatında katılımıyla gerçekleşiyordu.
O günün anısına ziyaretçilere Hz. Peygamber’in Hırka-ı Saadeti’ne sürülen destimaller hediye ediliyordu.
Zülgaip Akkuş