Çocukluk yıllarımızda teknoloji henüz bizim köye girmemişti. Tarlalar, öküzlerle veya atlarla sürülürdü. Ekinler, kağnılarla harman yerlerine taşınırdı. Harmanlar yine öküzler, atlar veya bunlara sahip olmayanların eşeklerle çektirdikleri düvenlerle kovulurdu.
Defalarca harmanın üstünde daire çizerek düveni çeken hayvanlar, dana sonra terleri silinerek boyunlarına yem torbaları asılıp tarlada toqrağa çakılan sikke ve uzun ipler veya zincirlerle bağlanırdı. Harman kovmaya, “çatma kovmak” da denilirdi.
Ekinlerin biçilme mevsimi geldiği zaman, köyde tarla tokat sahibi olanlar, ekin biçtirmek için ev ev dolaşıp amele ararlardı. Bu dolaşmalar, köylüler arasında bir amele kapma yarışına dönerdi.
Tarlalar, hasat mevsiminde bayram yerine dönerdi. Kadınların birbiriyle yarışırcasına ekin biçtiği anlarda sohbeti hiç kesmemeleri de şaşılacak şeydi.
Adamlar, sap çekmek, harman kovmak, savurmak, samanları toplamak, mahsulü çuvallara doldurup evlerdeki ambarlara taşımak gibi ağır işleri vardı.
Bütün bu işler olurken, halkın birbiriyle irtibatı daima çok kuvvetliydi. Her iş, para karşılığı yapılmaz, parası olmayanlar birbirlerinin işlerini görürlerdi.
Çocukluk yıllarımda köye elektrik geldiği zaman, köylülerin bilhassa geceleri sokak lambalarının aydınlatmasıyla geç saatlere kadar birbirlerine ev ziyaretlerinde bulunduklarını ve sohbetlerin hiç bitmediğini hatırlıyorum.
Sonra birden beri zenginlerin evlerine birer birer televizyon girmeye başladı. Bu sefer, fakir aileler, televizyon alan zengin akrabalarının veya komşularının evlerine televizyon seyretmek için gidip gelmeye başladılar. Artık evlerin baş köşesinde evin yaşlısı değil, televizyon oturuyor ve onun yayınladığı iyi kötü her şey büyük bir dikkatle seyrediliyordu.
Bilhassa Salı ve Cumartesi günleri Türk filmleri günüydü. Cüneyt Arkın, Ekrem Bora, Tarık Akan, Türkan Şoray, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik, Belgin Doruk isimleri dillerden düşmez oldu. İnsanların köydeki günlük hayatı ve sohbetleri, yerini televizyon ekranından fışkıran insanlara ve onların sözlerine terk etti. İlk mektepten sonra okutulmayan kızlar, evde annelerinden yemek yapmayı. Çamaşır/ bulaşık yıkamayı öğrenirken, evlilik çağına gelince kendi evine götürmek üzere çeyiz eşyası yapmayı da öğrenirdi. Kanaviçe, oya, kazak, yelek, çorap gibi elde örülen pek çok malzeme, genç kızların ellerinden çıkardı. Televizyonların evlere girmeye başlamasıyla beraber, genç kızlar artık el işlerini de terk etmeye ve hazır çeyizlik temini için yollar aramaya başladılar.
Köydeki belki hiçbir evde kitap yoktu. Varsa bir Kur’an-ı Kerim vardı onu da okumayı bilen olmadığı için bir güzel kese içine konulup duvarda yüksek bir yere asılmış dururdu.
Kitap girmeyen eve televizyon girince, bilhassa gençlerde ekranda gördükleri kadın ve erkek artistlere büyük bir özenme başladı. O güne kadar sokakta yürürken edebinden gözü yerde yürüyen genç kızlar, acaba nasıl bir fırsatını bulup da başımı açsam, şu artist kadınlar gibi mini etek giysem de sokaklarda onlar gibi salına salına yürüsem, diye düşünmeye başladılar.
Genç delikanlılar da aktörler gibi bağrı açık gömlek, İspanyol paça pantolon, şakaklardan yanaklara doğru sarkıtılmış favori ve uzun saç, elde sigarayla dolaşmayı erkek olmak zannetmeye başladılar.
Zengin evlerinde televizyon olduğu için fakir misafirleri sık sık ağırlamak mecburiyetinde kalmak, zenginlere zamanla zor gelmeye başladı. Hemen her gün birilerinin çat kapı gelmesine doğrudan söz edemeseler de suratlarının asıklığıyla memnuniyetsizliklerini belli etmeye başladılar. Fakirler de aptal değildi ya, hemen anladılar zengin akrabalarının veya komşularının rahatsız olduklarını ve ayaklarını kestiler. Şimdi fakir aileler için en mühim mesele eve bir televizyon almaktı.
Dişinden tırnağından arttırıp fakir evinin baş köşesine televizyonunu kuran aileler artık konu komşuyu veya akrabayı ziyaret etmekten vazgeçmeye ve kendi televizyonlarını seyrederek bilhassa akşamları vakitlerini televizyon başında öldürmeye başladılar.
Televizyonların az sayıda zengin evinde olduğu yıllarda, Türk filmlerinin oynadığı gecelerde filmler biter bitmez herkes evlerine dağılırken, sokaklarda karşılaşılır ve filmin ne kadar güzel olduğu değerlendirmeleri ayak üstü yapılırdı.
Hemen her eve televizyon girince artık komşuluk ve akrabalık ilişkileri yavaş yavaş zayıflamaya, birbirlerine gidip gelmeler ve muhabbetler azalmaya başladı. Zaten televizyon başında buluştukları zamanlarda da film seyretmek için herkes televizyon ekranına gözünü diker ve filmin sonuna kadar kimse pek sohbet etmezdi.
Biz lisede okurken, İngilizce dersinde bir metinde “television ill conversation” (televizyon sohbeti öldürür” cümlesi vardı. Sohbetin ölmeye başladığı o yıllarda, özenti, artistlere veya aktörlere benzeme hastalığı dirilmeye başlamıştı.
Çok geçmeden video denilen bir rezalet ortaya çıktı ve artık devlet televizyonunda bilhassa kahvehanelerde oturanların beğenmediği programlar varsa, bunlar yerine VHS denilen kasetlerle video filmleri seyredilmeye başlandı. Erkeklek, akşam erken saatlerde geldikleri kahvehanelerden gecenin geç saatlerine kadar evlerine dönmemeye başladılar.
1980’lerin sonuna doğru Cem Uzan’ın kurduğu ilk özel televizyonla beraber, devlet televizyonu birden gözden düştü ve bütün millet özel televizyonun yasa dışı yayınlarını seyretmeye başladı. Böylece, devlet kanalında az da olsa devam eden bazı kültür ve sanat programları da artık gözden düştü.
Bundan sonra süreç o kadar hızlı aktı ki, sadece bizim köyde değil, bütün Türkiye’de milletin klasik hayatı, yerini televizyonların pompaladığı hayat tarzına bırakmaya başladı.
Klasik Türk müziği yerini zaten daha önce ses kasetleri ve video kasetlerdeki arabesk filmlerine bıraktı. Türküler, milletin duygularını ifadeye yeterli bulunmadı ve arabesk denilen, ne idüğü belirsiz müzik türü en fakir ailelerin evlerine kadar girdi.
İnsanların edepli, terbiyeli, hayalı, utanma duygularının olduğu hayat tarzı hızla her türlü manevi ve millî hususiyetini kaybederek, hayvandan daha aşağı bir hayat tarzına dönüşmeye başladı.
Özel televizyon kanallarının da evlerden içeri girmesiyle asırlardan beri nesilden nesile aktarılarak devam eden hayat tarzı hızla bozulmaya başladı. Televizyonlara en çok direnenler, yaşlılar oldu. Bilhassa açık saçık kadınları ekranda gören yaşlı kadınlar, “cehennem odunları” diyerek sırtlarını televizyona döner ve ellerine tesbih alarak dualar okumaya başlardı. Yaşlı adamlar da mümkün olduğu kadar televizyonlu odaya girip oturmamaya, otursa bile televizyonun ekranını göremeyeceği bir yere oturmaya gayret ederdi.
Gün gelip bu son nesil dünyaya veda edince bütün millet, televizyon müptelası haline geldi ve artık eski gelenekler, âdetler, örfler birer birer terk edilmeye başlandı.
Özel televizyon kanalları ahlaksızlıkta yarışır hale gelince Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) kurularak, yayınlara bazı sınırlamalar getirildi. Ancak hemen hiçbir özel televizyonda artık kültür sanat programları yer almamaya başladı.
Devletin televizyonu, özel kanallarla yarışamayacağını anlayınca kanal sayısını arttırarak milletin tekrar kendisine teveccüh etmesi için farklı programlar ve diziler yayınlamaya başladı.
Kültür ve sanat programları yayıncılığı devletin mecburi vazifeleri arasında bulunduğu için de bu tür programları yayınlamak üzere kanallar kuruldu.
Ancak Türkiye’de en az takip edilen televizyonlar kültür sanat programları yayınlayan kanallar oldu.
Cep telefonlarını icadı, evlerine kitap girmeyen insanların hayatları bir daha ve daha feci şekilde bozmaya, değiştirmeye başladı.
Akıllı denilen telefonların hemen her insanın hayatına girmesiyle, kültür ve teknoloji savaşını kesin olarak teknoloji kazandı…
Artık Türkiye, bir zamanlar klasik şarkı kasetlerinin milyonlar sattığı ülke olmaktan çıktı. Kültürün bütün unsurları insanımızın hayatından çekilmeye başlandı.
Bugün artık kültür ve sanat, sadece bu sahalara fıtratında bir sevgi ve alâka olanların elinde yaşamaya devam ediyor.
Millet olarak o kadar kültürsüz ve sanattan, estetikten, dînî ve tarihî bilgiden uzak hale geldik ki, hasbelkader bir dostumuzun evini ziyaret etsek, konuşacak mevzu bulmakta zorlanıyoruz. Zira, insanımızın alâka duyduğu sahalar, sadece rıkzını kazandığı sahalarla sınırlı hale geldi.
Ekrem Kaftan