Medeniyetimizin en görünür unsuru mîmârimiz,.ve onun vazgeçilmez güzelliği çinilerimizden söz ediyor isek, Faik Kırımlı’nın kim, İznik çinilerinin ne olduğunu bir kere daha anlatmak gerek.Üzerinden 300 küsur yıl geçtikten sonra elde edilen bu göz kamaştırıcı başarının ne kadar önemli olduğunu da… Faik Kırımlı yüzlerce yıl yapılamayanı yapılır hale getirmiş bir büyük usta, bir büyük sanatçı… Burada herkesin bildiklerinin ve çiniciliğinin dışında, dost, arkadaş ve insan Faik Kırımlı’yı ve çininin bugün, bir çok sanatçı ile yaşar hale gelmesinin şaşırtıcı hikayesini anlatmak isterim…Özellikle de büyük fedâkârlık gerektiren Kütahya ve İznik maceraları ile… İznik çinileri denilince akla ilk önce, güzelliği ile büyüleyici mercan kırmızısı geliyor. Ama şüphesiz şunu da unutmamalı… Iznik çinilerinin sırrı kırmızıdan ibaret değildir.En göz alıcı en çarpıcı rengi olduğu için İznik çinilerinin kırmızısı çok sevilmeyi hak ediyor. Ama toprağının seçiminden, hamurundan, altında hazine saklayan ‘sır’ından başlayarak her şeyinin ve her renginin çok önemli ve birbirine bağlı olduğunu bilmemiz gerek… Kendi tabiri ile, önce zeminin rengi göz akı beyazı, sonra en kıymetli zümrütleri kıskandıracak kadar güzel yeşili, firuzesi, derinliği ile göreni içine çekecekmiş gibi duran lâciverti…Her renginin, âdetâ bir cennet bahçesi oluşturmakta birbirlerini tamamladıkları nesnedir İznik çinisi… İşin içine en son, ama ihtişamlı bir güzellik ile dahil olan kırmızı, adeta yerinden kabarıp taşacakmış gibi duran bu mercan kırmızısı… İşte olağanüstü güzelliğin senfonisini büyüleyici bir etki ile tamamlayan son unsur…Başarı; kararlılık, gayret, üstün bir zekâ, ve üstün bir sezgi gücü ister. O zekâ ve sezgi gücü olmasa hangi kimyasal maddenin hangi rengi vereceğini nereden bileceksin. Rahmetli Süheyl Ünver Hocamızın akletmek dediği şey tam da bu olmalı…
Hiçbir başarı tesadüfi değildir. Bedenî ve maddi -sınırsız- fedâkârlık ister… Antika ticaretinden kazandığı tüm para ile aile servetinden kendisine kalan imkanlarının tamamını bu uğurda harcamayı göze alan bir kararlılık. Sağlığını ve tüm enerjisini ortaya koyan bir özveri ve uzun yılların, bıkıp usanmadan yapılan ısrarlı denemelerin sonunda elde edilen başarı. Fedâkarlığın daha ileri safhası, başarıyı hiçbir karşılık beklemeden herkesle paylaşabilmektir… Sık sık sohbetlerimizin konusu olan bir ihtimal senelerce onu da bizleri de endişelendirdi; kendinden sonrası…Üstelik bu uğurda bir ömür harcanmış, gün gelmiş, canından, sağlığından vaz geçmiş gün gelmiş büyük bir servet fedâ edilmiş… Dünyanın her yerinde bu kadar bilgi ve gayretin, moda tabiri ile know how’ın büyük değeri, maddi karşılığı olur..Kütahya’da o sıralar kendi halinde bir çini sanayii var. Onlar bu işe inansalar, yatırım yapsalar diyebilirsiniz..Büyük maliyetin bir kısmını karşılasalar… İş adamları elbette sanattan önce masrafları, maliyeti, satış imkanlarını düşünür, şaşırmamalı… Kimsenin karşılayamadığı bu maliyet, ustasını sağlığından vazgeçiren fedâkârlığı ile karşılandı… Bu onun için de bir rüya idi…Peki ama bir rüya herşeyi değiştirir mi?..Değiştirirmiş…Sadece Faik Kırımlı’nın hayatını değil, çini sanatı ile birlikte binlerce kişinin kaderini de değiştirdi… Bir rüya, ve içerisinde bir sürü ilginç hikayeler barındıran bir yolun başlangıcı… Kapalıçarşıda bir iş yerimiz var. Vitrinimizin üst rafında ticaretini yaptığımız ürünler, en alt katında ise her an görebilmek için sergilediğim, meraklısının da dikkatini çeken Amelifaik imzalı tabaklar… Bir gün akşam iş yerimizi kapatıp çıkmak üzere iken vitrinin önüne çömelmiş, büyük bir dikkatle, hatta hemen belli olan bir hayranlıkla vitrindeki tabakları inceleyen birini farkettim..Yeniden bütün ışıkları açıp, bu meraklı izleyicimizi izlemeye başladım. Çarşı boşaldı. Neredeyse kapılar kapanacak ama misafirimizin gitmeye hiç mi hiç niyeti yok..Dışarı çıkıp selam verdim, içeri davet ettim…Çömeldiği yerden hiç kıpırdamadan ben Sıtkı Olçar dedi; Dünyanın en güzel çinilerini seyrediyorum…
Kendimce Kütahya’da çini üretmeye çalışıyorum, ama bunlar bir başka; bunlar benim aklımı başımdan alan işler… O zaman, Faik beyi tanıdığımı, isterse kendisi ile tanıştırabileceğimi söyledim… Biliyorum dedi; ama ben nerede, Faik Kırımlı nerede…Bu ilginç kişiden Faik ağbiye bahsettim, daha önce duymuş mu idi ismini bilmiyorum, ama çiniyi aşk ile seven biri ilgisini çekecekti elbette… Bir rüyadan bahsetmiştik…Kendisinin ölümü ile sahip olduğu her bilginin kaybolduğunu, düşmek üzere olduğu ateş dolu kuyular önünde çetin bir sorguya muhatap edildiğini görerek korku ile uykusundan şıçradığı, ter içinde uyanmasına ve çininin kaderinin değişmesine sebep olan korkunç bir rüya…
Sermet Bey, dedi. Hayatımı ve her şeyimi ortaya koyarak elde ettiğim başarının benimle birlikte mezara gitmesine ve yeniden yok olmasına gönlüm razı olmuyor, elde ettiğim tüm bilgiyi, bulduğum bütün formülleri isteyen istemeyen herkese karşılıksız vermek istiyorum. ..Yaşanan tereddütler, çâresizlik içinde çekilen tarifsiz ruhsal çalkantılardan sonra hergün içini biraz daha daraltan Istanbul’a vedâ etmek gerek…Ve artık Fâik Ustaya yol göründü…Hem Iznik’e hem İzniğin hayranlarından Sıtkı Olçar’ın şehri Kütahya’ya…Kütahya’da 5 km. mesafede Çamlıca köyü… Ressam Hüseyin Yüce’nin de yaşadığı sevimli, bir köy. İki gece misafiri olduğum köy meydanındaki yan yana sıralanmış ahşap evlerden birinde oturuyor Faik Bey…Faik bey, tanıyan herkesin hemen seveceği biri. Ev deyince şâhiti olduğum bir anektodu anlatmadan olmaz…Çok büyük iş adamlarımızdan birisi, benim de bulunduğum bir gün, Florya’daki küçücük dairesinin misâfiri olduğu zaman, evinin döşemesindeki güzellik karşısında şaşkınlığını gizleyememişti…Çok değerli antikalarla döşeli muhteşem bir Osmanlı yalısında oturan, bu kişinin “Bu ne güzel ev Fâik” diyen sesi hâlâ kulaklarımdadır. Ama Fâik Bey’in, bu zevk sahibi adamın, bir rüyanın peşinde göç etmiş iken, gittiği yerlere her türlü konforu götürdüğünü sanmayınız…Kütahya’da büyük ama bomboş bir ahşap ev. Faik Bey’e göre tek gaye çini olunca herşeye katlanılır…Ve bu yolda harcadığı emek onu mutlu eden şeydir…Kütahya ve sonra İznik, Faik Hoca’nın maddi açıdan en sıkıntılı günleridir. Köyden şehire gitmek için gerekli olan dolmuş parasının hesap edildiği günler…Malzeme almak için dörtyüz lira gerekli…Dolmuş parasını çıkıştıramıyan biri için ne büyük para… İşte kendi ağzından hikayesi; O sıralar sevgili Nezih Uzel’in yazı işleri müdürü olduğu bir dergi var ; Antika…Faik bey dergiye İznik çinileri hakkında bir yazı göndermiş… Bir sabah kapısı ısrarla vuruluyor. Elinde havale geldiğini bildiren bir zarf ile postacı…Antika dergisinin, yayınlanan yazı için gönderdiği telif ücreti; tam tamına ihtiyaç kadar; 400 lira…İnsanüstü gayret edenin imdadına kader yetişiyor…Gerektiğinde neredeyse sıfır masraf ile yaşayabilecek Faik Ustanın neden bu kadar paraya sıkıştığını merak edeceksiniz…Hani ‘İnsan Faik Kırımlı’ demiştik…Her şeyi ile farklı, kimselere benzemez biri o… Bir sanatçıyı en çok mutlu eden, başarısının üzerine atılmış imzasıdır. Ama eserine bir nokta koymuş ise bir başkası, o noktaya ve o noktayı koyana saygısından dolayı eserine imza atmayan bir sanatçıdan bahsediyoruz.. 0Çektiği her türlü maddî sıkıntıya rağmen, kendisine âit saymadığı için eserlerinden tek bir kuruş kabul etmeyen…Hem Kütahya’da hem İznik’te kurmuş olduğu atölyelerde çıkan eserlerin çoğu imzasını atmadığı bu tür eserlerdir…İnsan yetiştirmek işte böyle bir şey onun için…Kütahya döneminden -bütün Kütahya çini sanayii yanında- en çok faydalanan,.Faik Kırımlı’nın şâkirdi (çırağı) olmanın hakkını tam anlamiyle veren Sıtkı Olçar oldu…Azmi ve geniş hayâl dünyası ile zenaatkârlıktan kendine yepyeni bir yol bularak sanatçı kişiliği kazanan, imzası değer taşıyan sevgili Sıtkı…Faik Kırımlı’nın öğrencisi olmak insanın değerine değer katıyor… Unutmadan söylemeli Faik Kırımlı, eserlerinin sadece deseni değil, herşeyi ona âit olan, boyalarını, fırçalarını ve gerektiğinde odun, gerektiğinde elektrikli fırınını bile kendi üretmiş, ömür boyu kendi atölyesinde tek başına çalışmış biridir…Son dönemlerinde, -üretimi son derece zahmetli evâni dediğimiz tabak çanak türü eserlerinden sonra- üzerinde çalıştığı levhaları da ayrı bir husustur…Hilye-i şerîfeler, Kâbe tasvirleri, levhalar..Kendi elinden çıkmış yazılar hat kalitesi açısından tenkit edilmiş, çiniye nakledilmek üzere bir hattat tarafından yazılmamış olmasına hayıflanılmıştır…
Herşeyin kendi elinden çıkması gerektiğini ve böylece sanat eseri niteliğini kazanacağını düşünen biri için ise, işin içine başka birinin karışması kabul edilebilir değildir.Onun eserleri, hat sanatının değil -kendi üslûbunu yansıtan-çini sanatının eserleridir ve amelifaik imzalıdır… …İçinde Roma’yı, Bizansı ve Osmanlı’yı barındıran, çininin ana vatanı bu güzel şehre sık sık ziyaretimiz bundan…Fâik Usta için inceleme, bir iz bulma, tarih ve sanat meraklısı bizler (Semih İrteş, Necdet İşli, Nusret Çolpan, Ersin Öcal için buralardan keyif alma gezileri… En güzel çini toprağını, taşını bulmak için İzniğin dağlarında, tepelerinde koştuğumuz günler…Bulunan en küçük bir iz hepimizi mutlu etmeye yetiyor.. Ve Faik Kırımlı için İznik çinilerini İznik şehrinde ayağa kaldırma projesinin temeli bu gezilerde atılıyor… Sonrası Faik Usta için buraya yerleşmek, çiniyi doğduğu yerde ayağa kaldırmak.İznik’te, demiştik ya; ne çininin üretildiği bir atölye var, ne de çini satılan bir dükkan… Eşref Eroğlu Bey’in açtığı hediyelik eşya dükkanının yerli yabancı ziyaretçileri ısrarla, ama ısrarla çini soruyorlar…Öyle ya, İznik dünyanın en güzel çinilerinin doğum yeri… Böylece Eşref Beyin çini macerası Kütahya çinileri ile olsa da başlamış oluyor..Üçyüz küsur yıl aradan sonra bir şey yeniden hayat bulacak, parçalar birer birer tamamlanır…..İznik’te Faik Ağabeyin evine ziyaretteyiz. Küçük bir binanın girişinde küçük bir daire. Yine derme çatma eşyalar, bir yatak birkaç iskemle ve basit bir masa… Bütün zorluklara rağmen Fâik ağabey ziyaretçiler için günü keyifli kılmanın ustasıdır. Tarih ve çini sohbetleri eşliğinde yenen, hünerli bir sanatçı elinden çıkmış yemekler. Bu kadar basit malzemeler ile bu kadar lezzetli yemeklerin yapılabildiğine başka hiç bir yerde şâhit olamazsınız.
İznik gölünün yayın balığı ile yapılan çorba, sonra o balığın nasıl bu kadar lezzet kazandığına inanamayacağınız yemekleri… Elbette gerçek bir sanatçının her şeyin en güzelini yapabilmesine şaşırmamalı…Ama hayat onun için her gün bu kadar kolay değil, denemeler, yeniden malzeme arayışları yeniden denemeler…..Kendini unutmuş, her şeyini İzniği ve çinisini diriltmeye adamış Faik Usta’nın ısıtamadığı buz gibi evinde hiç değilse geceleri için bulduğu bir yöntem var…Kaynattığı su ile doldurduğu termoforu yarım saat öncesinden yatacağı yatağının içine yerleştirmek, sonra da nispeten ısınmış yatağında ona sarılıp uyumak…İşte bu güçlü kuvvetli, atletik yapılı adamın sonraki yıllarda boğuşmak zorunda kaldığı rahatsızlıkların sebeplerinden biri…. Unutamadığım bir anımızı da anlatmadan geçmek istemem…Hava sıcaklığının eksilerde olduğu soğuk mu soğuk bir kış günü. Bir gün önce sözleştiğimiz gibi araba ile Bayrampaşa’daki evinden alıyorum. Kendi yaptığı değirmende öğütmek üzere denizden taş toplamak gerekli. Ama öyle her taş, hatta her bölgenin taşı da olmuyor ki…Aramak, seçmek beğenmek istiyor….Büyük Çekmeceye doğru gidiyoruz. Daha önce de topladığı için nerelerde olabileceğini tahmin ettiği halde uzun uzun arıyoruz. Sonunda istediği taşları bulabileceği doğru yerdeyiz…Sonrası benim için bile şaşırtıcı…Eksilerdeki hava sıcaklığına rağmen ayakkabılar, çoraplar çıkarılıyor, pantolonu adeta bir mayo gibi beline doğru toplanmış,Faik Usta en uygun taşları bulmak üzere, bir saate yakın kalacağı buz gibi suyun içinde…Faik Kırımlı kolay olunmuyor…Faik Kırımlı, kendisinin de zaman zaman söylediği gibi çiniden hiçbir zaman bir kazanç sağlamadı. Sağlığı ile birlikte mevcut servetini bu yolda tüketti. Katlandığı bütün bu meşakkatin, -köşesine çekilip sadece resim yapmakta olduğu son zamanlarına kadar- ona sağladığı en büyük kazanç manevi bir tatmin ve görevini yapmışlara mahsus iç huzuru…Ve ülkemiz sanatı için bir zamanlar hayali bile imkansız görülen bir rüyanın gerçeğe dönüşmesi…
Mehmet Sermet MOLU