Balkan Seyahati Makedonya Üsküp -3-

Üsküp’ü anlamak için Yahya Kemal Bey’i bilmek ve anlamak gerek.

Bütün bunlara rağmen Üsküp, bir Türk şehri görünümünü kaybetmemiş. Çarşılarında gezindiğinizde size bir Türk diyarı olduğunu hatırlatıyor. Çarşıda bir kahvehanede oturmuş çaylarımızı yudumlarken garsonluk yapan genç bir delikanlının Türkiye’den Üsküp’e üniversite eğitimi için geldiğini öğrenip biraz muhabbet ediyoruz. Delikanlı burada asla yabancılık çekmediğini ve kendisini Türkiye’deymiş gibi hissettiğini söylüyordu; biz de bundan mutluluk duyduk.

Tarihi çok eskilere dayanan bir şehir olan Üsküp’teki en eski yapılardan biri Üsküp Kalesi. Nedense burayı gezdirmeksizin hemen alt kesiminde yer alan ve İkinci Bayezıt ve oğlu Yavuz Sultan Selim’in veziri Mustafa Paşa tarafından 1492 yılında inşa ettirilmiş olan Mustafa Paşa Camii’ni gezdik. 1963 yılında meydana gelen depremde hasar gören caminin etrafı çelik kasnaklarla çevrilerek dayanıklı hale getirilmiş. Caminin iki binli yıllardaki son restorasyonu TİKA tarafından yaptırılmış. Yakınında hakim bir tepede Paşa’nın türbesi var ama burası temsili bir türbe; çünkü Paşa burada defnedilmemiş.

Mustafa Paşa Camii’nin tam karşısında bir de Gazi Baba Türbesi var ki burası bir zamanlar Üsküp’teki en büyük ve en eski Müslüman mezarlığının içinde yer alıyormuş. Mezarlık 1955’te, türbe de 1963 depreminde yıkılmış. 2013 yılında, Bursa Belediyesi’nin mali desteğiyle, türbe yeniden inşa edilmiş ve eski durumuna döndürülmüştür.

Eski şehir merkezinde bir tepe üzerinde bulunan ve 1436 yılında Sultan İkinci Murad tarafından inşa ettirilen cami, Üsküp‘te inşa edilmiş ilk camilerden birisidir. Hünkâr Camisi, Cami-i Atik ya da Eski Cami olarak da bilinen bu cami, tarih boyunca üç yangın, iki büyük deprem, dört savaş geçirmiş, bugünkü görünümünü 18. yüzyılın başlarında gerçekleştirilen onarımdan sonra almıştır. Caminin avlusunda bir de saat kulesi bulunuyor.

Bu camilerin biraz aşağısındaki semtte ise Üsküp’ün Eski Çarşı’sı yer alıyor. Çarşının en önemli eserlerinden biri olan Kurşunlu Han’ın, Muslihuddin Abdülgani tarafından yaptırılmış olduğu söyleniyor. Hanın bütün damları kurşunla kaplı olduğu için bu adla anılırken, Birinci Dünya Savaşı’nda kurşunlar sökülüp mermi yapımında kullanılmış. Şimdilerde hanın üzeri kiremitle kaplanmış vaziyette.

Üsküp geçmişte tam bir ticaret şehri olduğu için bu han oldukça önemli bir anlam taşıyormuş. Buraya muhtelif mallarıyla gelen tacirler, mallarını bu hana indirip satarlarmış. 1787 yılına kadar han olarak kullanıldıktan sonra hapishaneye dönüştürülmüştür. Uzun zaman hapishane olarak kullanılan Kurşunlu Han, 1904-1912 tarihleri arasında yeniden han olarak kullanılmış. Sonraki zamanlarda kürkçüler tarafından da kullanılan han, şimdilerde atıl vaziyette. Yahya Kemal’in çocukluk yıllarında da hapishane olarak kullanıldığını, “Çocukluğum, Gençliğim, Siyâsı̂ ve Edebı̂ Hâtıralarım” adlı eserinden öğreniyoruz. Aslında Kurşunlu Han’ı Yahya Kemal’in eserinden okumak çok daha zevkli olacağı için sözü ona bırakmak en doğrusu olacaktır:

“Kurşunlu Han, Üsküp şehrinin hapishanesiydi. Eski Üsküp’ün içinde dört köşeli, yassı duvarlı, kurşun kubbeli, tabiata bir külçe gibi muhkem yaslanmış, her türlü afete karşı pervasız bir dev eseriydi; bu binayı Murad Hüdâvendigâr mı yaptırmıştı? Yıldırım Beyazıd mı? İkinci Murad mı? Fatih mi? iyi bilmiyorum, lakin herhalde Rumeli’de fütuhat devrimizin müthiş bir eseriydi. Kurşunlu Han, önce bir hanmış, sonraları hapishane olmuş. İçini gezmedim. Yalnız üç kat direklerle muhkem kapanmış olan parmaklıklı kapısından gördüm; ortasında bir şadırvan vardı, bu şadırvanın üstünde, Üsküplülerin dilinde gezen bir turna dururdu; bu Türk eserinin ruhu, bu Türk kuşuydu; Kurşunlu Han’ın dört bir dıl’ı da (dıl’, kenar demek) çepeçevre duvar olduğu görülürdü.

Kurşunlu Han mahpusla lebaleb dolu olduğu için bulunduğu semtin ortasında uğuldardı. Kurşunlu Han’da yatmamış bir kabadayı, adam sayılmazdı. Üsküp’ün belli başlı eşrafı bile orada misafir olduktan sonra itibarlarını bulurlardı; yeni yetişen babayiğitler, orasını ergeç uğranılacak bir menzil sayarlardı; o şerefe göre hazırlanırlardı, dökecekleri kanın ve çıkaracakları vak’anın hırslarına göre bir şey olmasını tahayyül ederlerdi.

… Kurşunlu han, şadırvanıyla, turnasıyla, demir parmaklıklı pencereleriyle, menkıbeleriyle, türküleriyle, tamburalarıyla, kara düzenleriyle, Üsküplülerin gözümde tüterdi; hakikaten de romantik bir Avrupa şairini hayran edecek bir yerdi. Bazı sakit gecelerde Kurşunlu Han’ın türkülerini bizim konağın pencerelerinden derin bir hassasiyetle dinlerdik.

Ben Üsküp’ten çıktım, Üsküp de medenileşmeye başlamıştı, işittim ki günden güne mamur olan Üsküp’te yeni usulde bir hapishane yapılmış mahpuslar da oraya nakledilmişler, Kurşunlu Han da münkariz olmuş.” (Çocukluğum, Gençliğim, Siyâsı̂ ve Edebı̂ Hâtıralarım, s. 51-53.)

Üsküp’ü anlamak için Yahya Kemal Bey’i bilmek ve anlamak gerek.

Sulu Han, Çifte Hamam, Sultan Murad Camii, Kapan Han, Davut Paşa Hamamı ve daha niceleri. Çifte Hamam, çift kubbeli ve aynı anda hem erkekler hem de kadınlar iki ayrı kubbenin altında birbirlerini görmeksizin yıkanabiliyorlar. Kadınlar için müstakil bakım odaları yapılmış.

Sultan Murad Camii, büyük bir yangında ağır hasar gördüğü için kubbesinin yerine normal bir çatı yapılmış.

Kapan ya da Hapan Han, 15. asır ortalarında iki katlı ve 44 odalı olarak inşa edilmiş ve toptancı esnafını barındırmış.

16. asırda yaptırılmış olan Davut Paşa Hamamı da iki kubbeli, ama çok geniş ve büyük olduğundan ısıtma problemleri yaşanmış ve fazla kullanılamamış.

Seyahat programında bulunmamasına rağmen benimle değerli ağabeyimiz Dr. Ali Kurt’un ısrarları ve rehberimiz Rıdvan’ın torpiliyle Yahya Kemal’in annesi Nakiye Hanım’ın kabrinin bulunduğu mahalleye gittik. İsa Bey Camii’nin yakınındaki Yahya Kemal’in doğduğu ev ve çevresinin yerinde yeller esiyordu. Türkiye’nin katkılarıyla annesi Nakiye Hanım için temsili bir kabir yapılmış, birkaç da eski mezar kalmış. Çevredeki asırlık çınarlar ve bu birkaç mezar, huzur verici bir anlam taşıyordu. Bu kabrin başında Yahya Kemal’in çocukluk yılları ve annesinin ölüm sahnesini anlattığı Vaveyla şiirini okudum ve bu sahne hakkında biraz konuştum. Güzel şiir okuyan emekli öğretmen Fevzi Budak kabir başında birkaç Yahya Kemal şiiri okudu ve hem Nakiye Hanım’ın, hem Yahya Kemal’in ve hem de Evlad-ı Fatihan için Fatihalarımızı okuyup Kosova’ya gitmek üzere buradan ayrıldık. (Devam edecek)

Prof. Dr. H. Ömer Özden

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir