Ey ölüm, var mıdır çalmadığın kapı, var mıdır ömürlük hayatlar şu yalan dünyada? Giden geri dönmüş müdür yolundan, toprağa kavuşan, can bulmuş mudur yeniden? Zordur kabul etmek gidip dönmeyeni. Dile almak kolay değildir ölümü. ‘Kayıp’ der insanoğlu, yeniden kavuşma ümidi var gibi. Gencecik bedenler, sohbetine, öğretilerine doyulmayan nineler dedeler… Özlemi, hasreti hiç bitmeyecek analar babalar, kundaktaki yavrular, anlık hallere kurban giden onca canlar.
Türlü türlü gelir ölüm kapıya…Gelir, hiç olmadık anda kara haber.
Kimisi, benim gibi bir anda bulur kendisini, anne babasının cenazesinde. Ameliyat sonrası yoğun bakıma kaldırılan annemi, ziyaret etme bahanesi ile götürüldüğüm baba evine adımı atar atmaz, kalabalık ve ağlama seslerini duyduğum an düşmüştü yüreğime ateş. Ne akıl alıyor bahaneleri, ne de kalp inanıyor. Bulamamışlardı sanki başka yollar, ateşin ortasına atmadan önce.
“Felek çakmağını üstüme çaktı. / Beni bir onulmaz derde bıraktı./ Vücudum şehrini odlara yaktı, / Yandım ataşına su leyli leyli”
Ağıtlar yaktım türkülerden dizler üstünde. Kim kaldırır, kimin gücü yeter kaldırmaya, kim kazır külümü, yerlerden ciğerim köz köz olurken.
Benzer bir durumu da babamın ölümünde yaşamıştım. Şehir dışında trafik kontrol sırasında yana yana aranan acil bir telefon ile öğrenmiştim. Nasıl gidilirdi o yollar, nasıl aşılırdı dağlar, taşlar?
Yetiştim elbette, toprağa konmadan son kez nasip olmuştu, babamın yüzüne el sürmek. Düşmeye görsün baba ocağına ateş, kurtlar kuşlar benimle birlikte inim inim inler.
“Ne ağlarsın zülfü siyahım, / Bu da gelir, bu da geçer ağlama! / Bir gülün çevresi dikendir, hardır, / Ne de olsa kışın sonu bahardır, / Bu da gelir, bu da geçer ağlama!”
Kimisine de, jandarmalar, polisler götürür kara haberi; “şehidimiz var!” müjdeler gibi. Gözyaşı yüreğe karışır kan olur, titretir bedenleri. Dil susar, el bağlanır bağırlar üstüne. Kolay değildir, şehit anası, şehit babası olmak. Yakışır bir karşılama yapmak gerektir. Sarıkamış üstünde, kar , / Kar altında Mehmed’im yar, / Gülüm donmuş, kara dönmüş, / Gören sanmış yarin arar.
Yas biter ağıtlar bitmez. Birgün çıkıp gelecekmiş gibi, dillerden düşmeyen ağıtlar, yakınları vefat edenler için acıyı dışa vurma şeklidir. Gelenektir Anadolu insanı için ağıtlar. Yaşadığı zor günler, güzel günler, yaptığı iyilikler anlatılır gözyaşı ile birleşen ağıtlarda. Dil susarsa, kalp nasıl dayanır? Kalbin güçsüzlüğünü, akıl nasıl idrak eder?
Sivas’ın Gürün ilçesinde, Celkenyurt’ta nişanlısı kaçırıldıktan sonra başından geçen onca olayın ardından nişanlısına kavuşmadan ölen Ömer için kız kardeşinin ağıtı bir örnektir, acıya dayanma şekline.
“Yoncalığın cılga yolu, gide gide kavuşuyor,
Seni vuran candarmalar, ilvanınan savuşuyor
Öle öle bacın öle, sensiz bacın ne gün göre!..”
Yas süreçlerinin, biraz daha kolay atlatılması, duruma alışılması için, eş dost cenaze evini sık sık ziyaret eder, yemek getirirler.Böylelikle cenaze sahiplerine her zaman yanlarında olduğu mesajı da verilmiş olur. İster köy olsun, ister şehir, imece usulü ile, komşular aralarında günler belirleyerek, yaklaşık on gün cenaze evinin ihtiyaçlarını karşılar. …Ağıtlar yakılır, ilahiler söylenir, tesbihler çekilir salavatlar getirilir. Ardı ardına günler sayılır, haftalar dizilir. Cenaze yakınları, ocağa düşen ateşin kabulüne başladıkça yemek yedirme sırası onlara gelir. Eş, dost kim varsa, ‘duanıza talibiz’ diyerek yemeğe davet edilir. Nohutlu pilavlar pişirilir, üzerine tavuk etleri didiklenir.
Ölümün de, doğum gibi hayatın bir parçası olarak kabul görmesi için, tatlılar, ev yapımı helvalar ikram edilir. Vefat eden kişi akla geldikçe, tatlı bir tebessümle gözlerden yaşlar süzülür, dualar edilir, rahmetler okunur.
Severdi babam kavurduğum helvayı. Yapmak da bana nasip olmuştu. Acı tatlı karışık bir anıdır hafızalarda…Doyulmuyor hayatlar, kadir kıymet bilinmiyor sevilenlerin kalpleri henüz atarken. Akıl başta iken hatır sormak yardım etmek olsun insan olarak yaratılmanın gayesi.
Canan Coşar