Bazı çiçekler özellikleri ve onlar yüklediğimiz anlamlarla asaletin simgesi haline gelirler. Şakayık’ta böyle bir çiçektir. Gerçek bir çiçeksever olan ve elim bir trafik kazasında kaybettiğimiz Prof. Dr. Haluk Dursun Şakayık’ın saraylı bir çiçek olduğunu şu sözlerle anlatmaktadır: “Biz çiçeklerimizi tanımıyor ve onların kıymetini bilmiyoruz. Çiçeklerin en alımlısı, en saraylısı ve nadiri Topkapı‘da sizleri bekliyor. Şakayık görmek, tanımak isteyenlere buradan ilan ediyorum.” ..Çiçekler sadece saray bahçelerinin mevsimlik süsü olmakla kalmamış bizzat sarayın içinin de süsü olmuşlardır. Dolmabahçe sarayı bu açıdan çok önemlidir. Saray odalarının tavanı, hatta duvarları nefis çiçek demetleri ile süslüdür. Şakayık, gül ve lale ile birlikte en çok görülen çiçektir. Özellikle Camlı Köşk zarif mimarisi ve tavanından bahar neşesi ile sanki kucağınıza dökülüverecekmiş hissi veren çiçekleri ile görülmeye değerdir….Bu çiçeğin Topkapı sarayına girmesi Sultan IV. Mehmet Han zamanında olmuştur. ( 1648-1687) Muhtelif Anadolu şehirlerinden toplattırılan şakayıklar Hasbahçe’ye diktirilmiş. Daha sonra Avrupa’ya götürülen Şakayık Hollanda için lalede olduğu gibi geliştirip maddi bir kazanç kapısına dönüştürülmüştür.
Çok güzel narin yapısı onu kadınlarla özdeşleştiren bir çiçek haline getirmiştir. Biraz da şu hadis-i şerif ona bu anlamın yüklenmesine vesile olmuştur: “İnneme’nnisâ’ şakâyıku’r ricâl” (Şüphesiz kadın erkeğin şakayığıdır)…Arapçada gelincik çiçeği de şakayık olarak adlandırılmaktadır. Taşköprülüzade Ahmet Efendi Osmanlı Devletinin kuruluşundan Kanuni devrine kadar gelen sultan ve önemli kişiliklerin hayatlarını anlattığı kaynak eserinin adını da “Şakaik’u- Numaniyye” koymuştur. Kendisi “Şakaik’n -numaniyye’nin kelime manasının gelincik çiçeği olduğunu ve simgesel anlamının da ölümsüzlük uykusu olduğunu belirtmiştir. Prof. Dr. Erhan Afyoncu bu ismi koymasını “Taşköprülüzâde, kitabına koyduğu bu manalı isimle biyografilerini kaleme aldığı yazarların, kırlarda açan gelincik tarlası gibi, her yıl yeniden doğarak ölümsüz bir uykuya yattıklarına işaret eder.” diye açıklamaktadır. Belki de bunun içindir, “Devlet-i ebed-müddet” fikrinin bir göstergesi olarak, Sultan II. Selim’in tuğrasının üst kısımlarının mavi ve kırmızı renkli şakayık çiçekleri ile süslenmesi.(1) P.Bora Keskiner ve Ünal Araç “Tuhfe-i Çerağan” çalışmasında Lahmilerin meşhur hükümdarı Nu’mân bin Munzır’ın Nil nehri kıyısında çadır kurdurduğunu, orada şakayık çiçeğini gördüğünü ve çiçeğin güzelliğine duyduğu hayranlıkla bir buyruk vererek, şakayık çiçeğine zarar veren kişilerin öldürülmesini emrettiğini kaydeder. Nu’mân bin Munzır’ın şakayığa düşkünlüğü sebebiyle bu çiçeğe “şakayık-ı Nu’mân” adı verildiğini de belirtir.(2)
Şakayık çiçeğini en güzel anlatan eserlerden biri de Cumhuriyet dönemi Türk müziğine önemli güfteler kazandırmış Ayten Baykal öğretmenin, Erdoğan Berker’ın rast makamındaki bestesidir. Şakayık gerçekten de kırların çiçeğidir. Onu yaban gülü, yaban lâlesi, dağ zambağı, yörük çiçeği olarak da biliriz;
Bırak aksın sırma saçın telleri
Tak üstüne yazmandaki gülleri
Yonca kokan o kınalı elleri
Kıymet bilen ele uzat şakayık
Mor şalvara bağlamışsın ipek şal
Rengin solmuş yanakların olmuş al
Yaprak gözlüm dudakların mercan bal
Güzelliğin hep dillerde şakayık
İnceciksin göllerdeki saz gibi
Yüzün bahar, bakışların yaz gibi
Kurban olam cefan bile naz gibi
Seni seven gönülde aç şakayık
Gel şakayık sakın gitme ellere
Güzel adın sonra düşer dillere
Benzeme sen yabandaki ellere
Sen kırların çiçeğisin şakayık
Çini sanatımızda hıtayı veya hatayi motifi olarak da bilinen türün en güzel örneği de şakayık motifidir. Adını da Hoca Gıyasettin’in ünlü eseri “Hıtay Sefaretnanmesi”nden almıştır. Bu eser edebiyatımızda ilk seyahatnamelerden biri olma özelliğini taşımaktadır. 15. yüzyılın başlarında yazılmıştır. 16. yüzyıl şairlerinden Bursalı Remzi divanında ise şakayık sevgilinin dudağı olarak betimlenmiştir. Aşağıdaki beyitte şair; belâ bağında döktüğü gözyaşlarının kırmızılığının lâlenin rengiyle bir olduğunu, sevgilinin dudağının da şakâyık olduğunu ifade eder: Habab-i eşk-i gül-gūnum bela baġında çeşmümle
Bu rengįn lalenün aynıdur ol la’lįn şaķayıķdur
- yüzyıl şairlerimizden divan sahibi Mehmet Ali Hilmi Dedebaba’nın bahariyesinde şakayık ortancalarla hem dem olmakta iken, menekşe gülbahçesinde boynunu büküp yatmaktadır;
Şakayık hem-dem olmuş bahçede ortanca dilberle
Menekşe boynunu bükmüş yatur gülzarda tenha
Yine 19. Yüzyıl kadın şairlerimizden Şeref Hanım “Kasîde-i Bahâriyye” sinde; Şakayığın tam kıvamında parlak göz alıcı renkleriyle göründüğünde, Zambak çiçeğinin hasedinden aklının uçtuğunu söylemektedir;
Şakâyıkda görince revnak ü rengi kemâlinde
Hasedle zenbakın hep akl u fikri târ u mâr oldı
Ülkemizde bu çiçeğin birçok türü yetişmektedir. Bunların da bir kısmı endemiktir. Yani sadece bu coğrafyaya has olarak yetişir. Antalya, Burdur yöresinde yetişen ve endemik bir tür olan Şakayık Expo 2016 Antalya Fuarı’nın sembol çiçeği olmuştur.
Şakayık sadece çini sanatımızda değil, tezhip, ebrû, minyatür gibi geleneksel sanatlarımızda ve el işlemeciliğinde Anadolu’da yaygın olarak kullanılan bir motiftir.
Şakayık, mitolojik hikâyelerde de önemli yer bulur. 2002 yılında Türkçeye çevrilen Nobel ödüllü yazar Pearl Buck’un Şakayık romanı da Çinli bir kızın acıklı aşk hikâyesini anlatan önemli bir romandır. Kıyasi’nin aslı Süleymaniye Kütüphanesinde bulunan 1192 beyitlik Mihr-u Mah Mesnevisinde Lale, gül, zerrin, zambak, nergis, süsen, yasemin, şakayık gibi çiçeklerden oluşan nefis bir bölüm vardır. Mesnevinin giriş bölümünde Şakayık bağdaki çiçekleri harekete geçirmektedir;
itdi hengâme şakayık bâğda
Saldı gürzin kıldı ezhâr-ı salâ
Yakmamışdı dahi nergis şeb çerâğ
Çıkdı süsen çok dil uzatdı ana
Mûsi-i zenbak yed-i beyzâ açup
Çok du‘â kıldı tayanmış ber-‘asâ
Yâsemen bir rîsmâna yapışup
Serve çıkdı eyledi seyr-i fezâ
Prof. Dr. Meliha Ambarcıoğlu “Kıyasî’nin Mihr u Mah Mesnevisi” üzerine yaptığı çalışmada Kıyasî’nin asıl adının İbrahim olduğunu İstanbul Kadısı Saçlı Emir Efendi’den icâzet alarak adliyeye girdiğini Kanunî Sultan Süleyman (i520-1566) devrinde yaşadığını anlatmaktadır. Kıyasî, Mihr u Mah’ında yer yer kendi hayatından söz edip diyor ki: “ Ben mârifet bezminde bir mumun ve kendi içimin yağı ile yanarım. 14 yaşında bir çocukken ilim denizine düştüm.” (3)
Kıyasi Mihr-u Mah mesnevisinde Güneşin doğduğu ülkenin Mah (güneş) adındaki hükümdarının gördüğü rüya sonucu, Çin hakanının kızı Mihir’in (ay) sevda hikayesini anlatmaktadır. Kanunu Sultan Süleyman’ın Rüstem Paşa ile evlendirdiği kızının adı da Mihrimah sultandı. Tarihi hiç bir kayıt olmamasına rağmen günümüzde yaygın bir efsane olarak dolaşan Mimar Sinan ile Mihrimah Sultan arasında var olduğu söylenen sevda ilişkisine aynı dönemde yaşayan Kıyasi’nin “Mihr-u Mah mesnevisinin kaynaklık edebileceğini söylemek daha gerçekçi bir yaklaşım olabilir.
Bilal Arıoğlu
- Tuğra; Türk İslam Eserleri Müzesi Katolog No: 4125 kayıtlıdır.
- Bora Keskiner / Ünal Araç “Çerağan Eğlenceleri ve Çiçekçilik Tarihine Işık Tutan Bir Eser: Tuhfe-i Çerağan ” İstanbul Araştırmaları Yıllığı No.3, 2014
- Dr. Meliha Ambarcıoğlu “Kıyasî’nin Mihr u Mah Mesnevisi” Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Erdem Atatürk Kültür Merkezi Dergisi Cilt: 2 Sayı: 4 Ocak 1986