Topkapı Sarayı’nın bulunduğu alan 7 tepeli şehir olan İstanbul’un ilk tepesi olmasının yanında kadimden beri zeytinlik tepesi olarak da adlandırılan yerdir. Bütün ağaçlar içinde ilk olma özelliğine sahip olduğuna inanılan, birçok dinin kutsiyet atfettiği ve binlerce yıllık yaşama serüveni ile zeytin ağacı insanoğlunun üzerinde en çok kafa yorduğu ağaç olsa gerektir. İstanbul’un çekirdeğini oluşturan Bizantion zeytinlik tepesinin çevresinde kurulmuş, bu tepe daha sonra Romalılar tarafından akropolis (yukarı şehir) olarak değerlendirilmiş, şehrin Osmanlılar tarafından fethi ile Haliç, Boğaziçi ve Marmara Denizi’ne hâkim stratejik konumu, manzarası ve tarihi arka planından ötürü zeytinlik tepesi üzerine Fatih Sultan Mehmed’in emri ile Saray-ı Cedide-i Âmire (Topkapı Sarayı) inşa edilmeye başlanmıştır. Fakat bu tepenin zeytin ile bağı hiç kopmamış zeytin ağacı her daim saray bahçelerini süslemeye devam etmiştir. Tabi buranın sadece zeytin ağacı ile bir münasebeti yok aynı tepe ve etekleri Osmanlının sembol ağacı çınarların, elifî servilerin az da olsa manolya, saray lalesi, sedir, ürünlerinden pek faydalandığımız asırlık ceviz ve cennet hurması ağaçları da burayı tezyin etmekte. Şimdilerde tarihi yarımadaya uzaktan nazar kılındığında en yeşil yerin orası olduğu görülüyor. Özellikle Sur-ı Sultanî’nin çevrelediği (Topkapı Sarayı’nı çevreleyen surlar) Gülhane Bahçesi (Millet Bahçesi), Arkeoloji Müzesi Bahçesi, Topkapı Sarayı’nın avluları ve Marmara Denizi tarafındaki bahçeler bu bölgenin florasını en güzel yansıtan yerlerdir. Hasılı İstanbul’un bu ilk tepesi aynı zamanda bu şehrin en estetik ve en yeşil tepesidir….Halûk Hoca’nın floraya yani bitki örtüsüne düşkünlüğü hem derslerinde hem konferanslarında hem de kaleme aldığı eserlerde kendini hemen belli eder. Ona göre ağaçlar ve çiçekler insan hayatının ayrılmaz parçası, bilinmesi gereken mütemmim cüzleriydi. Hoca Topkapı Sarayı’nın avlu ve bahçelerine özel önem verir, sarayın görünen ve en renkli yüzünün bahçe peyzajı olduğunu ifade ederdi. Hocanın botanik bilgisi takdire şayandı. Ben bir çok çiçek ve ağaç ismini ve özelliklerini sarayda hocanın tedrisatında öğrendim. Hoca saray bahçelerini başta gül olmak üzere lale, sümbül, menekşe, hanımeli, şakayık, nilüfer, mor salkım gibi bitkilerle donatmıştı. Bir çiçeğin mevsimi geçti mi diğeri açar bu şekilde sarayın avluları koku ve renk cümbüşünden mahrum kalmazdı. Çiçekler açınca onları seyre gider, onların fotoğraflarını çeker ve önlerinde fotoğraf çekilmeyi çok severdi. Bu onun için bir zevk-i selim idi. Sarayın ikinci avlusu yani divan avlusu servi ağaçlarıyla müzeyyendir. Özellikle orta yol olarak adlandırılan Tark-i Padişahî’nin sağ ve sol tarafları sıralı servilerle çevrilmiştir. Zaman içerisinde şiddetli rüzgarlardan ötürü bazısı devrilmiş, o servilerin yerleri boş kalmış. Halûk Hoca orta yolda yürürken eski servi ağaçlarının ortasındaki boşluklara dikkat kesilir bu kısımları tekrar servilerle buluşturmak gerekli derdi.Bir müddet sonra servi fidanları saraya geldi, Haluk hocanın eliyle boş kısımlara dikildi. Can suları da bizzat hoca tarafından verildi. Bu faaliyeti Dolap Ocağı olarak bilinen Mimar Sinan’ın saraydaki eserleri arasındaki büyük su kuyusunun bulunduğu büyük bahçeye zeytin ağaçları dikildi. Hoca bu durumu Tin suresi ile açıklardı. Bu tepe zeytinlik tepesidir, karşı yaka yanı pera ise incirlik tepesi olarak bilinir. İşte size : Vet tini vez zeytun bir tarafta zeytinlik diğer tarafta incirlik…
Malum Halûk Hoca asil rengiyle Boğaziçi’nde baharın gelişini haber veren erguvanlara meftun idi. Hocanın her vesile ile anlattığı “Boğaziçi’nde erguvan komitesi” ( Bu komitenin görevi Boğaziçi’nde açan erguvanları fotoğraflamak ve Halûk Hoca’ya haber vermek) sarayda da kurulmuştu. Saray avlularını ve alt bahçelerini didik ettik lakin nedense erguvan ağacına rastlayamadık. Hoca bunun üzerine bu iş bize farz oldu diyerek erguvan fidanları aldırtıp Mecidiye Köşkü’nün Marmara’ya bakan tarafına diktirmişti. Ya Sultan Abdülmecid’in Dolmabahçe Sarayı’ndan artan malzeme ile yaptırdığı sarayın Sarayburnu’na açılan noktası olan Protokol kapısını iç kısma doğru çevreleyen şebekeler yok mu, orası da mor salkım, hanımeli gibi ıtırları sarayı saran güzellikler ile süslenmişti. Hocayı eğer dışarıdan gelecek ise Protokol Kapısı’nın nöbetçi kulesinde bekler, araba kapıya yanaşınca temenna ile karşılardım. Hoca kapıdan içeri girer girmez mevsimi ise çok sevdiği süs bitkilerinin kokularını içine çeker, onları iki elinin arasına alarak kokularını üzerine sindirirdi. Buradan Bağdat Köşkü’nün altındaki havuzlara gidip orada nilüferlerin suyun altından semaya doğru başkaldırışlarını seyrederdi. Oradan da Fil Bahçesi içerisindeki cevizlere nazar bu cüsseli ağacın altındaki Sarayın muhafızları olan kangal köpeklerine seslenirdi. Bir gün bana bizim de sadece vakıflar cami, mektep, çeşme, aşhane yapmazlar. Vakıf adamlar vardır onlar insan için “Hayır Bahçeleri” vakfederler. İşte en büyük hayırlardan biri de insanların temiz hava alabileceği, tenezzüh ve teferrüç edebileceği yerler vücuda getirmek demişti. III.Ahmed Kütüphanesi’nin hemen yanında bulunan “kış tatlısı” ise kışın çiçeklerini dört gözle beklediğimiz hocanın favori bitkilerinden biriydi.Topkapı Sarayı’nın asırlık çınarları ise bizim üzerine titrediğimiz hocanın “eşcar-ı kadim”olarak nitelediği ağaçlardı. Enderun meydanı ile Bâbüsaâde ve Bâbüsselâm önünde bir bekçi misali bekleyen asırların yorgunluğu kovuklarında yansıtan çınarlar sarayın gediklilerindendi. Halûk Hoca’nın bir Baklava Alayı sırasında Bâbüssaâde önünde bulunan çınar ile ilgili konuşması unutamadığım konuşmalarındandır. Bu çınar saray tarihi içerisinde nice olaylara şahit oldu. Özellikle cülus ve cenaze namazları onun yakından müşahede ettiği vakalardı. Vefat eden padişahların cenaze namazları bu çınar önünde kılınır, yerine geçecek şehzade ise yine taht-ı âl-i baht-ı osmanî’ye burada otururdu. Son Osmanlı padişahı Sultan Vahdettin’in ağabeyi Sultan Reşad’ın cenazesi bu çınarın önünde kılınıp kendisi burada tahta çıkarken şöyle dediği söylenir : “şu işin garipliğine bak, tahta ile teneşir arası ne kadar yakınmış” Osmanlıların taht ile teneşiri bir arada bulundurmaları haliyle tesadüfi bir husus değildi. Burada tahtın yeni sahibine: Bak ve ibret al, namazı kılınan zât daha dün padişah idi. Tac u tahta dayanıp gururlanma, şunu aklından çıkarma bir gün sen de onun gibi omuzlar üzerinde gideceksin mesajı veriliyordu. ..Özellikle Salı günleri (saray o gün ziyaretçiye kapalıdır) bu çınarın önüne gelip oturur, “Taht ile teneşir arası ne kadar yakınmış” sözünü düşünürdüm. Gerçekten insana hayat ile memat hakkında verilebilecek en anlamlı ders burada veriliyor. Sıksık burada Sultan III. Murad’a atfedilen şu ilahiyi terennüm ederdim:
Bu dünya fanidir sakın aldanma
Mağrur olup tacu tahta dayanma
Yedi iklim benim diye güvenme
Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Burada şu önemli konuyu da aktarmak lazım. Halûk Hoca ister ders ve konferanslarında ister şahsi sohbetlerinde Osmanlı’da “Millet Bahçesi” uygulamalarından çok sık bahsederdi. Millet Bahçesi Osmanlı’da devlet eliyle yapılan kamu yararı düşünülerek milletin hizmetine sunulan bahçelerdi. Şimdiler Gülhane Parkı olarak bilinen ve aslında Topkapı Sarayı’nın hasbahçeleri içerisinde yer alan yerin ilk millet bahçelerinden biri olduğu onu Doğancılar Millet Bahçesi, Kısıklı Millet Bahçesi’nin takip ettiğini söylerdi. Bu kültürün tekrar ihya edilmesi için çok çalıştı. Özellikle Ankara bürokrasisine “Millet Bahçesi” hakkında sunumlar yaptı. Bir millet bahçesinin içinde hangi ağaçların hangi çiçeklerin ne gibi su eserlerinin olması gerektiğini ve buna bağlı bütün ayrıntıları anlattı. Sonunda hocanın gayreti tevfik mazhar oldu. Millet Bahçesi uygulamasının yaygınlaşması onu çok sevindiriyor, gittiği şehirlerde eğer varsa ilk ziyaret ettiği yerler arasında millet bahçeleri geliyordu.
Zülgaip Akkuş