Suadiye’nin Şaşkınbakkalı

Mekânlar kurarız, mekânlar tasarlarız, mekânlarda hayat bulur, mekânları hayatlarımıza ortak ederiz. Fakat mekânlarda yaşananlar, öyle basit bir biçimde kısa cümlelerle bitirilemez.

Kıskanılanların olmuştur Suadiye. Hemen hemen her sabah Bostancı’daki ikametimden çıkıp, Galip Paşa Camii’nin sokağından sahile, vapura koşanlar arasından yürüyerek ulaşıyorum. Martılara bakan kedileri severken martıları kıskanıyorum. Suadiye Oteli’ne kadar yürürken mekânın insana, insanın da mekâna bıraktığı izler üzerine anlamları düşünüyordum. Mekân, bizi bütün ihtişamıyla çeken, bize bir sığınak, bir barınak olan, bizimle anlamlı olan yapılar bütünlüğü. Heidegger’ın “dil varlığın evidir” düşüncesi, insanda dil ile kurulacak anlamların bir girizgâhı niteliğindedir. Varlığımızı dil ile anlaşılır kılarken dilimizi de barındıracak bir mekâna ihtiyacımız vardı.  

Mekânlar kurarız, mekânlar tasarlarız, mekânlarda hayat bulur, mekânları hayatlarımıza ortak ederiz. Fakat mekânlarda yaşananlar, öyle basit bir biçimde kısa cümlelerle bitirilemez, mekânlar çünkü anlam üretim hazneleridir de. Orada anlam bulur, orada anlama bürünürüz. Mekânlarla kurduğumuz bağ, bizi biz yapar. Tıpkı, ikametimden çıkıp Suadiye sahiline gelinceye kadar. Suadiye sahilinde bir bankta kitap okuyarak bir günü bitirebilirdim.

Bazen mekânlar, bizi içerisine çeker, bizden bir parça alır, bize bir parçalar verir, zaman ise bunun içinde değişken bir öğedir. Kimi zaman neşeyle karşılarken mekânlar sizi, kimi zaman ise bütün abandone eder.  O sabah diğerleri gibi geçmedi. Suadiye her düşünceme girdi. Siyah beyaz düşünen bir resim gibi, güneşsiz bir ocak sabahı Suadiye, gri bir yalnızlığı yansıtıyordu. O yalnızlığa tutunarak yaşamı seyretmeye çalıştığım sabahlar, her hafta sonu dolup taşan bahçelerin tesellisine kaptırıveriyordum yalnızlığımı.

Mekânlar Yaşantılar ve Hatıralar

Yazı, kişinin bir nevi kişisel tarihini barındırır. Yazılarımda içselleştirip kendimden parçalar sunmam, mekânla olan ünsiyetim dolayısıyladır. Bir nevi bu serüven aslında her insanın mekânla kurduğu serüvenin de bir yansımasıdır. Ben de mekânları kişiselleştirerek anlatmayı ve mekânla kurulan kişisel ilişkinin bir örneği olarak sunmak taraftarıyım:  Eşimin seyahatte olmadığı hafta sonları birlikte yürüyüşlerimiz, sonrası alışverişlerimiz ve kahvaltıyla keyiflendirdiğimiz sabah sohbetlerimiz; gri Suadiye sabahlarında bir hayat avuntusu oluyordu. İnsan bir mekânı en güzel hayat arkadaşı dediği, birlikte uzun bir yolculuğa çıktığı kişiyle tanıyabilir. Onun bakışıyla sizin bakışınız, onun hisleriyle sizin hisleriniz birbirini tamamlar. Kar dolu bulutlar altında suskun deniz… Çok uzakta duran avuntunun tasarlandığı düşüncelerle dolaşılan saatler. Beton bloklar arasında gezinilen yapay şelaleyle Monet’i andıran resimlere benzetilen, bir nevi yapay bir cennet rüyasının yansımaları, bahçelerde şırıltının ardı sıra aslında başka mekân ve zaman, sanal bir gerçeklik sunan yapmacık yapılar…

Bazen mekânlar, sizi halleriyle düşünmeye, sorgulamaya iter. Suadiye Oteli’nin önündeki banka her diğer günün sabahı doğan yeni düşüncelere bırakırım kendimi. Banka oturduğumda geçen bir yılın, neleri değiştirerek geçip gittiğini düşünürüm. Geride, düşüncelerde kalan değerli tortuları alırım. Yeni başlangıçlar için değerlidir onlar…

Mekânın Tarihi ve İzler

Suadiye, her yeni gün geriye kalan değerleri süzen, en duru hayatın kucağına bırakır sizi. Yarın sabah, beni nasıl bir hayatın ufkuna bırakacak? Suadiye’de görüş alanınıza giren her kare Kadıköy’ün en yeni resmedilen Monet sergisine ait tabloları gibidir. Bu bakımdan yeni sayılabilecek semtlerinden biridir. Bu isimle anılmaya başlaması 1908 sonrasına denk gelir. Bağdat Caddesi’nin genişletilmesi sırasında Çatalçeşme yakınlarındaki bulgularda; çeşme taşınırken altından Bizans dönemine ait işlenmiş taşlar çıkmıştır. Kadıköy’ün birçok semtinde olduğu gibi Suadiye’deki yerleşimin de Bizans dönemine kadar uzandığını ortaya koymaktadır. Osmanlı dönemi İtibariyle henüz meskûn olmayan Suadiye, bostancı erlerinin Bostancı’dan içeri girmesi muhtemel kaçakçı ve hırsızları yakalamak için sık ve gür ağaçlıkları pusu olarak kullanmalarıdır. Suadiye bu itibar ile Osmanlı döneminde suçluların yakalandığı bir yer konumundadır.[1]

Avlananların yanı sıra yalnız suçlu avına çıkılan bir yer olmayıp, avcıların da rağbet ettiği, yabani hayvanların bulunduğu, hayvancılık ve hayvan besiciliğinin yapıldığı bir yerdir. Bu bağlamda Suadiye’nin diğer adı Domuzdamı idi. Suadiye’nin eski dönemlerine ait tabloyu geniş bir perspektif ile çizecek olursak; domuz çiftlikleri, yaban hayvanları peşinde koşan avcılar, ekilmemiş geniş araziler, çalı ve ağaçlıklar arasında gizlenmiş tütün kaçakçıları yer alır. Suadiye’nin o tablodan çıkıp bir mahalleye dönüşmesi, diğer Kadıköy semtleri gibi on dokuzuncu yüzyılda devletin ileri gelenlerinin bu bölgeye yerleşmeyi tercih etmesiyle başlamıştır. Saraya uzak olmayı isteyenler bu bölgeye yerleşmiştir. Bostancı’dan ayrılarak bağımsız bir semt olarak Suadiye adını alması yirminci yüzyıl başlarında Suadiye Camii’nin yapımı sonrasındadır. Burada anımsadığım Bilal Can’ın Zaman İçinde Mekân adlı eserinde değindiği gibi, bir şehrin oluşumu, merkeze oturtulan cami etrafında genişlemektedir. Bu İslam şehirlerinin bir nevi tohumu, ilk nüvesidir. Odak noktası olarak caminin alınması ve yapıların yuvarlak halkalar gibi etrafına yapılması, bütün yolların o camiye çıkması, eski bir İslam şehri prototipidir.

Suadiye’nin en önemli tarihi yapısı olan Suadiye Camii 1325, 1907 ve 1908 yılları arasında Sultan II. Abdülhamid’in Maliye Nazırı Ahmed Paşa ve damadı Düyun-i Umumiye Komsiseri Said Bey tarafından Reşad Paşa’nın genç yaşta ölen kızı Suad Hanım adına yaptırılmıştır.[2] Zarafetini, Malta taşından alan yapının her cephesinde ikişer büyük pencere ile aydınlık bir iç mekâna sahiptir. İçi kubbe eteğine kadar tamamen çini ile kaplıdır. Beyaz zemin üzerine firuze, lacivert, siyah, yeşil, kırmızı, sarı ve eflatunla çalışılan çinilerde, sonsuzluk prensibine uygun olarak, natüralist ve stilize bitkilerin oluşturduğu bir kompozisyon kullanılmıştır.[3] Bu çiniler, yirminci yüzyılın başında Türk çini ustalığının çok önemli bir ismi olan Kütahyalı Mehmet Emin Bey’in eseridir. Caminin geleneğe uygun bir de muvakkithanesi de vardır.

Suadiye, müstakil yapılarıyla Erenköy ve Göztepe’nin köşklerinden geride kalmıştır. Daha içeriye yapılmasıyla alakalıdır. Saray ile az itibarlı aristokrasinin üyelerinin yaşadığı semtte köşkler sınırdır. Dâhiliye Mütehassısı olan Dr. Vamık Bey Köşkü, cadde üzerine yaptırmıştır. Diğer köşk plaja bitişik Mabeynci Sadi Bey Köşkü’ydü. Sadi Bey korusu içinde yer almaktaydı. Suadiye’nin anılarda iz bırakan bir diğer köşkü Nezahat-Nurettin Ege Köşkü’ydü. Üzüm bağları, ıhlamur, yabani kestane, çam badem, ceviz, nar, erik, dut, kiraz, incir fındık ağaçlarıyla donatılmıştır. Nezahat Ege, babası adına Mustafa Nazmi Ersin Camii yaptırmıştır.[4] Suadiye’de cadde üzerinde bulunan bugün Vakko mağazası olan beyaz zarif ahşap köşk Mehmet Küçük Deveci Bey Köşkü’dür.

Suadiye Plajı, halka yönelik olduğundan bu semti 1929 tarihinde öne çıkaran ve dönemin sosyetisini çeken bir plaj olmuştur. Sahibi, jandarma binbaşılığından emekli olan Aydınlı Mustafa Güler Bey’in oğlu Murat Güler, Manş Denizi’ni yüzerek geçen ilk Türk yüzücü olmuştur. Suadiye Plajı itibarlı bir reputasyona sahiptir. Suadiye sokaklarının denize iniyor olması semtin başka bir değerini de ortaya koymaktadır.

Suadiye Oteli, bölgeye 1950’li yıllarda yapılması itibariyle turizm için bir ağ oluşturmaya katkıda bulunmaktadır. Her yıl geleneksel olarak düzenlenen Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay balolarına Münir Nurettin Selçuk ve Safiye Ayla’ya ev sahipliği yaparmış. Bugün kendi adını taşıyan o günkü Okul Sokak’ta Hamiyet Yüceses oturmaktaydı. Melahat Pars’ın adı da Suadiye’nin bir sokağında yaşatılmaktadır. Suadiye sokaklarının belli bir ağaç türüyle kuşatılmış olması başka bir özelliğidir. Ardı ardına sıralı halde olan Selvili Sokak ve çınar ağaçlarıyla çevrili olduğu için Çınarlı Sokak bu sokakların ikisidir.

Suadiye’nin Şaşkınbakkalı

Canlı ticaret merkezi olan Bağdat Caddesi’nin kalbi Şaşkınbakkal aslen Suadiye’nin bir mahallesiydi. Kimsenin oturmadığı bir dönemde bakkal dükkânının açıldığını görenler: “Bu bakkal şaşkın mıdır, nedir, gelip buraya dükkân açmış” demeye başlamışlar, bu söylence dilden dile yayılmış, ardından buraya yerleşenlere nerede oturulduğu sorulunca “şaşkın bakkalın ora” demeye başlamışlar ve böylelikle Şaşkınbakkal ismi yayılarak kalıcı bir hale gelmiştir. Önceki adı Bolbedros olan ağaçlıklı mahallenin adı “Şaşkınbakkal” olarak kalır.[5]

Özel eğitim ve kişisel gelişim merkezleri, pastaneleri, restoranları, mağazaları, spor, kuaför ve estetik salonları ile Şaşkınbakkal, bugün Bağdat Caddesi’nin sosyetik ve en Avrupalı cazibe noktası olan bu mekân, geçmişten günümüze ve dahî geleceğe dair insanlara bir şeyler anlatmaya, insanlara mekân olmaya devam ediyor ve edecek de.

Ülker Gündoğdu

[1] Şehnaz Sabuniş Dölen Suadiye Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi c.VII İstanbul Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayını 1993-95 s.49
[2] Hakan Arlı Suadiye Camii Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi c.VII İstanbul Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayını 1993-95 s.50
[3] Hakan Arlı a.g.m. s.51
[4] Gönül Halıcı Mustafa Nazmi Ersin Camii İstanbul Anadolu Yakasında Tarihsel Bir Gezinti c.II İstanbul Çimsa Yayınları 2008 s.343
[5] Ali Ural, Bostancı Bahane İstanbul Heyamola Yayınları 2010 s. 37

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir