20. Asrın İlk Yarısında Köyde Tahsil

İlim, gönle vurursa yardımcı olur; İlim bedene vurursa yük olur.

Maddî yoksulluğun ve fizikî zorlukların bulunduğu 20. asrın ilk yarısında gerek öğreticilerin ve gerekse öğrenenlerin samimiyet ve kararlılıklarıyla ilgili anlatılanlar, artık makalelere ve kitaplara çokça yansımıştır. Araştırılıp okundukça görülecektir. Kendi evini veya cami köşesini derslik yapan hoca ile öğrencilere sığınak olan hocanın evi ve komşu evler, okuyanların gözlerinde canlanacaktır. Evlerdeki neneler, anneler, yengeler, teyzeler ve ablalar ise, bu sahnenin gizli mimarlarıdır.

Sonuçta bir gün bir cenaze namazında ön safta hafız imam efendi, “Allah için namaza, meyyit için duaya, hatun kişi niyetine…” derken gözyaşlarını akıtıyordu. Hatun kişi için helallik isterken de içten gelen bir sesle boğazı düğümleniyordu, “Habu halanun çok yemeklerini yemiş iduk.” Çünkü hafızlık yaptığı günlerde evin gelini 1900 doğumlu Gülsüme halanın taş ocakta zincire asılmış tencerelerde pişirdiği yemekleri hatırlıyor ve cemaate o günleri hatırlatıyordu. 50 yıl kadar öncesini hatırlama tarihi: 04.09.1994.

Okuyanları, bugün hayretle birlikte düşünmeye sevk eden o yıllara ait hatıra ve uyarılar çoktur:

Hocamızla evinin bir köşesinde ders yapıyorduk. Bir odadan sesler geliyor, bir iki hanım koşuşturuyor ve bizlerse derse devam ediyorduk. Nihayet anlıyoruz, hoca efendinin bir çocuğu dünyaya gözlerini açmış.”

Derse bağımlılık doğum ve ölüm günlerinde dahi sürermiş.

Konu şahısların hayat hikayelerinden daha çok, öğrenme ve öğretme zevkiyle ilgilidir. Şahıslar fani alemden göç ederler, ancak taşıdıkları ruh ve örnek oluşturdukları tercihleri yaşadıkları topraklarda devam etmelidir. Elbette örnek oluşturanlar da bu ruh ve örnek davranışlar sebebiyle hatırlanacaktır. Bu bir gerçektir, burada olduğu gibi.

Bir cami avlusunda, şadırvanda bir mürit bir şahsa uyarıda bulunur: “Sakal uzun olmalı, fazileti vardır. Böyle kısa olmamalı.” Zat cevap verir: “Efendi doğru söylüyorsun. Sakal, dediğin gibi olmalıdır.” İstanbul’da İsmailağa Camii’ndedirler. Camiye girilir, ders halkasındaki Oflu Mahmud Efendi (1926-2022), büyük bir hürmetle bu zatı karşılar, elini öper ve yerini bu zata, hocası Mehmed Rüşdü Âşıkkutlu Efendiye (1901-1980) teslim eder. Avluda uyarıda bulunan şahıs, namazdan sonra mahcubiyetle yaklaşır, el öper ve af diler. Âşıkkutlu Hoca Efendi yine aynı şefkatle der ki: “Efendi, söyledikleriniz doğru idi; sakalım uzun olsa daha iyi olurdu.” Bu kayıt, Âşıkkutlu Hoca Efendi’nin 1976-1979 yılları arasında İstanbul Haseki Eğitim Merkezi’nde Aşere-Takrib ve Tayyibe okuttuğu yıllara aittir.

Aynı Hoca Efendi anlatılanlara göre 35 yaşındayken 1936 yılında daha önce tanıştığı bir hakimin aracılığıyla Ankara’da Atatürk’ün huzuruna çıkmakta ısrarlı olur. Arzusu köyünde bir Kur’ân Kursu açmaktır. Derdini anlatır. Kadro bulunmadığı ifade edildiğinde de “Ben kadro istemiyorum, izin istiyorum.” der. Böylece o dönemlerde ülkede çok nadir olan Kur’ân Kursu faaliyeti için aldığı bu izin herkesi hayrete düşürür. Dönemin Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi imzasını taşıyan ve fahri Kur’ân-ı Kerîm öğreticiliğini resmileştiren yazı, 25.12.1936 tarihlidir:

“Teşkilatı esasiye kanunun 80’inci maddesine göre ilk tahsil çağını bitiren ve kur’anı kerimi az çok okumasını bilenlerden heves edenlere kur’anı kerimi, kendisine mahsus usul ve kaideleri veçhile hasbi olarak talim etmek ve ezbere aldıkları süre ve cüzleri dinlemek üzere of kazasına bağlı çifaruksa köyü büyük cami imam ve hatibi aşik Mehmet oğullarından 317 doğumlu Ahmet Cemalettinoğlu M. Rüştüye mezuniyet verilmiştir.”

Çıfaruksa/Uğurlu köyü böylece dini ilimler alanında adını hocasıyla birlikte çokça duyuracaktır Türkiye’de.

Sevgi, şefkat ve merhamet, Müslümanlığın özünde vardır. Öfke, nefret, ihtiras ve şahsî menfaat, reddedilen özelliklerdir. Sabır ve kararlık ile yola devam edenler, örneklerde yer alan şahsiyetler gibi kazananlardır, geçmişte ve günümüzde. İddiacı kişiliği reddeden Yunus Emre aldığı bilgiyi dile getiriyor:

Ben gelmedim davi için,
Benim işim sevi için.
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldim.

1940’lı yıllarda bir gün bir dava vesilesiyle bir savcı köye gelir, yolda bir çocuğu görür, koltuğunda heybe. Sorar. “Ne var içinde?” Anlaşılır, Kur’ân dersinden gelmektedir. Hocasını sorar, hocanın evine varılır. Savcı bu defa hocaya, Topal Hafız’a sorar, “Kur’ân okutuyor muşsun? Doğru mu?” Cevapta soru vardır: “Evet okutuyorum. Sen Fatiha’yı biliyor musun?” Savcı, “Biliyorum.” dediğinde “Suç mu? O zaman sana öğreten de suç işlemiş.” cevabı karşısında savcı bey mahcup olsa da Topal Hafız’ı Of’taki mahkemeye götürür ve “6 lira cezâ-yı nakdî” ödemeye mecbur eder.

Zaman zaman farklı yerlerde ve şekillerde benzeri sahneler ülkemizde çokça yaşanmıştır, kayıtlara girmiştir. Anlaşılmıştır, her ne olursa olsun dine ve geleneğe bağlılık hürmet, merhamet, fedakarlık ve kararlılık ile sürdürülmelidir. Öfkeye, kine ve sabırsızlığa yer yoktur. Öğütler ve tercihler bu yöndedir tarihimizde.

Topal Hafız büyük ihtimalle 1913 yılında oğlu Abdülgafur’u (1903-2002), 1936 gibi torunu Ali Necati’yi (1926-1978), diğer bir torunu Fevzipaşa’yı (1932-2000) 1942 yılında hafız olarak yetiştirmiştir. Bazı kişilerin ve önemli şahsiyetlerin hayat hikayelerinde onun adı geçmektedir. Kurra Hafız Mehmet Sarıcaoğlu (1920-1997) için yazılanlardandır şu cümleler:

Mehmet Sarıcaoğlu Hoca 1920 yılında Trabzon’un Of ilçesinin Saraçlı (Halman) köyünde doğmuştur. 9 yaşında Saraçlı köyünde Topal Hafız adıyla bilinen, Hafız Hasbi Efendi’de hafızlığını tamamlamış, 1933 yılında Of’un Uğurlu Beldesinde Üstad merhum Kurra Hafız Mehmed Rüşdü Aşıkkutlu Hoca Efendi’den Ta’lîm ve Mahâric-i Hurûf‘u okumuştur.

Topal Hafız’ın aile kabristanındaki mezar taşında bulunan şu beyit ve ifadeler ise, merhum Reîsü’l-kurrâ Mehmed Rüşdü Âşıkkutlu’ya aittir:

Bilirsin okudu bin kez huzurunda kelâmını

Kabûlünle ruhuna sen refîk eyle selâmını

Nice huffâza Kelâm’ın hıfzına hizmetle numûne olan Üstâzü’l-küll el-Hâfız Osman Hasîb Efendi Karaismailoğlu ruhuna el-Fâtiha 15.5.1959

Okuyup öğrenmenin ötesinde bir üst seviye vardır, ilmiyle âmil olmak. Yani öğrenip bildiklerini yaşarken uygulamak. Bilenler arasında bu nedenle fark vardır. Mevlânâ’nın açıklamasıyla:

Gönül ehlinin ilimleri, kendilerini taşır; beden ehlinin ilimleriyse, kendilerine yüktür.

İlim, gönle vurursa yardımcı olur; ilim bedene vurursa yük olur.

“Kitapları taşır” buyurdu Allah. Ondan olmayan ilim yüktür.

Ondan vasıtasız olmayan ilim, süsleyici kadının boyası gibi sürekli durmaz.

Fakat bu yükü iyi taşırsan, yükün alınır ve sana hoşluk bağışlanır.

Nice gerçek hikayeler vardır. Yukarıda anlatılan şahsiyetlerin çevresinde bulunan ve Beşikdüzü Köy Enstitüsü’nde yeni usul mektepte okumaya başlayan/başlatılan köylü hafız bir gencin yaşadıkları, mahrumiyet ve engelli yılların iç dünyasına yakınlaşmak için anlamlı bir örnektir.

Enstitüye girdiği tarih: 4. IV. 1943

Öğrencinin sanatı: Yapıcılık

Mecburi hizmet müddeti: Yirmi yıl

Dört yıl sonra, 14.VI.1947 tarihli ve Millî Eğitim bakanının imzasını taşıyan diplomada yazılı bazı derslerin adları şu şekildedir: Ziraî İşletme Ekonomisi, Kooperatifçilik, Askerlik, Ziraat, Ev İdaresi, Çocuk Bakımı. Ancak bu genç daha önce dedesi Topal Hafız’ın yanında ve öğreticiliğinde 10 yaşlarında hafız olmuştu. Bir buçuk saati aşkın mesafedeki Çıfaruksa/Uğurlu köyünde Osmanlı döneminden diplomalı öğretmen ve icazetli hoca Ahmed Cemaleddin Efendi’nin (1876-1948) resmî mektebinde ilk tahsilini üç yılda tamamlamıştır. Ali Necati aynı dönemlerde ve sonraki birkaç yılda Âşıkkutlu Hoca Efendi’nin öğrencisi olmuş, hafızlığını güçlendirmiş, Arapça ve dini ilimler okumuştur. Ders halkaları adeta geçmişle gelecek arasında sağlam bir köprü gibi görev görmüştür bu köyde. Zira Ahmed Cemaleddin Efendi, Âşıkkutlu Hoca Efendi’nin babası ve öğretmenidir.

1940’lı yıllarda Köy Enstitüsü’yle buluşan ve tanışan köylü hafız bir genç neler yaşamış olabilir, endişeleri ve korkuları olmuş mudur?

17 yaşında farklı bir hayatla ve öğretimle yüz yüze geldiğinde neler hissetmiştir acaba bu genç Ali Necati?

Mevlânâ der ki:

Gözü, ilahî yardımdan başka kim açabilir? Öfkeyi, sevgiden başka kim söndürebilir?

Dünyada kimsenin başarısız çabası olmasın. Allah doğruyu daha iyi bilir.

Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir