1942 yılında ABD’de doğan Heath Lowry, Osmanlı tarihçisi ve akademisyendir.Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye tarihi hakkında kitaplar yazmıştır.Lowry, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nün kurucularından olup, 1973-1980 yılları arasında tam zamanlı olarak eğitim vermiştir. 1980’de The Journal of Ottoman Studies’ı (Osmanlı Araştırmaları Dergisi) Nejat Göyünç ve Halil İnalcık’la birlikte kurdu.1972-1979 yılları arasında Amerikan Araştırma Enstitüsü İstanbul Direktörü olarak görev yapmıştır.
Heath Lowry, Osmanlı’nın 1324 yılında Bursa’yı nasıl fethettiğini ve bundan sonrasını şöyle anlatıyor: Osman Gazi’nin ömrünün son yıllarına doğru o zaman bir Bizans şehri olan Bursa’yı kuşatma altına almışlar ve bu kuşatma 11 yıl sürmüş sonunda Bursa teslim olmuş.
Teslim olduğu zaman Orhan Gazi oradaki Bizans hükümdarı’nın adamı olan Saros’a sormuş: “Bu kadar sene dayanmıştınız neden teslim ettiniz ?” Saros diyor ki :”Şehre girdiğinizde bazı cesetler gördünüz, onlar açlıktan ölmüştü. Bizim gücümüz düşerken, sizinki yükseliyordu, biz de gayet doğal olarak güçlüyü seçtik”
Aşık Paşazade; diyor ki Bizanslılar Bursa’yı teslim ettikten sonra Saros Orhan’la bir anlaşma yapmış: Ödenecek bir para karşılığı şehrin ileri gelenleri Gemlik’ten bir gemiyle İstanbul’a gitmişler. Saros kendi isteğiyle kalmış, bir süre sonra müslüman olmuş, onun gibi Kösemihal gibi bazı insanlar zaman geçtikçe önünde sonunda bayağı Türkleşmişler.
1400’de Bursa’da Venedik, Floransa ve Cenevizli tüccarların merkezleri vardı. Yani kuruluştan sonra iki kuşak içinde uluslararası ticaret merkezi haline gelmiş. Daha İstanbul’un fethine 50 sene var. Yalnız ipek falan da değil, Arap ülkelerinden gelen baharatlar, İran ve Afganistan’dan gelen ham ipek, İtalyanlar yün getiriyorlar falan, böyle bir merkez var Bursa’da (Lowry,2002)
Asıl adı Mustafa olan Kâtip Çelebi; çalışkan, iyi huylu, vakarlı, az konuşan, çok yazan biri olarak bilinir. Arapça, Farsça yanında Lâtince’yi de bilirdi. Osmanlı Devleti’nde Batı bilimleriyle fazla ilgilenen ve Doğu bilimleriyle karşılaştırıp sentezini yapan ilk Türk bilim adamlarından biridir.XVII. yüzyıl Türk ilim dünyasında pozitif ve hür düşünceyi temsil eden en önemli simalarındandır. Tarih, coğrafya ve bibliyografya alanlarında önemli eserler vermiş bir Osmanlı bilginidir. Eserlerinin değeri ve önemi dolayısıyla gerek Osmanlı İmparatorluğu’nda gerekse Batı’da büyük ilgi uyandırmıştır.
Kâtip Çelebi;1637 yılının Bursa’sından şöyle bahsediyor: Cebel-i Rahip Dağı’nın doruğu pek yüksek, eteği deniz kıyısında olma üzere hayal olunur. Ve bunun doruğunda kar hiç eksik değildir. Ve kimi eskiden yatmış kar içinde zülâl dedikleri kurtçağızlar bulunurmuş ki başını koparıp içi bir yudum lâtif soğuk su olmakla içerlermiş. Ve İstanbul; yüksek yerlerinden bu dağın tepesinde olan kulede ufuk kenarında beyaz bulut gibi apaçık görünür ve güneş doğarken şaşılacak bir hal olur (Kâtip Çelebi’den aktaran Gökyay,1982:207)
Osmanlı târihinin en mühim kaynaklarından biri olan Naîmâ Târihinin yazarı olan Müverrih Mustafa Naîmâ’nın zevcesi Hâce Havva Hatun, onun sürgün olduğu günlerde İstanbul’da bulunuyor ve acıklı bir sefalet içinde yaşıyordu. Havva Hatun, bu muztar halini bir arzuhal ile sadrâzam Çorlulu Ali Paşa’ya arzetti. Bunun üzerine Naîmâ’nın Bursa’ya nakline dâir Hanya Muhafızı Osman Paşa’ya 1706 Ekim ayı târihi ile bir hüküm gönderildi. Naîmâ Bursa’da bir sene kaldı ve bir sene sonra Çorlulu-Alî Paşanın müsaadesiyle tekrar İstanbul’a geldi.
1839 yılında Bursa’da doğan Gazi Ahmet Muhtar Paşa, ilk ve ortaöğrenimini Bursa’da tamamladı. Bursa Askeri İdadisi (Lisesi)’ni bitirdikten sonra, İstanbul’da Harbiye Mektebi’nde sürdürdüğü yüksek öğrenimini 1860’da kurmay yüzbaşı olarak bitirdi.1864 yılında Abdülaziz’in oğlu şehzade Yusuf İzzeddin Efendi’nin öğretmeni oldu. Şehzadeyle birlikte 1864-67 yılları arasında İngiltere, Fransa, Almanya ve Avusturya’ya geziler yaptı. 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı (93 Harbi) öncesinde padişah II. Abdülhamid tarafından Kafkas Cephesi Başkomutanlığı’na getirildi. Ruslara karşı çok daha az bir asker gücüyle savaşmasına karşın Aziziye Tabyası’nda Rusları defalarca geri püskürtmeyi başardı. Balkan Savaşı (1912-13)’ndan önce V. Mehmet Reşat saltanatında Sadrazam oldu.
Gazi Ahmet Muhtar Paşa,1855 senesinde Bursa’da gerçekleşen depremden ve deprem sonrası yaşananlardan şöyle bahsediyor: Rabbim tekrarından bütün beldeleri korusun, 1855 senesinde Bursa’nın büyük zelzelesinde mektepte resim dersindeydik. Az daha koğuşun tavanı başımıza iniyordu. Bütün minarelerin şerefelerinden yukarıları yıkıldı. Ulu Cami’nin bazı kubbeleri İndi. Kârgir binaların hemen sağı kalmadı, çoğu yıkıldı. Çadırlara çıktık, mektep tamir edildi. Üç ay sonra Mart’ta bina altına tekrar girdik. Haftasında yine akşam ile yatsı arasında bir daha oldu. Hafazanallah. O gece evdeydim. Coğrafya derslerinden ezberlemek üzere elimde şamdan, koltuğumda kitap tenha bir odaya gitmek üzere iken, zelzele başladı.
İki binanın arasında bulunuyorum. Önümde çeşme ve çeşme üzerinde kârgir yüksek bir duvar var; arkamda bahçe bulunuyordu. Bahçeye doğru kaçmak istedim. Fakat yer o kadar sıçrıyor, hopluyordu ki ayağıma vurdu, yere düştüm. Ancak yuvarlanarak bahçeyi buldum. Bir ağaca tutunarak kalktım, kaçtım. Paçava göz dikmiş, türlü ahenkle bağrışan on kadar kedi de o kadar korkup kaçmışlar ki, ertesi günü öğle vaktine kadar sahipsiz, yerde kalan baş, ayak bırakıldığı gibi bulundu. Açgözlü kediler hâlâ korkularını unutup da oraya dönememişler.
Ancak ertesi günü öğle vakti biz daha evvel dönmüşüz. Bir de ne bakayım, çeşmenin arkasında bulunan duvar öte tarafa aynıyle yatmış, bir taş bile bozulmamış, öylece yerde yatıyor. Eğer benim tarafıma yatsaydı, hepimiz ağacın altında pastırma olacaktık. Yeryüzü sabaha kadar sallandı ve gayet şiddetli yağmurlar başladı. Sabaha kadar yağmur altında kaldık. Binaya girilmez. (Evimiz yıkılmadı, çünkü ahşaptı.) Aralıkta evin içine bir hücum eder girer, acele birer kilim milim çıkarırdık. İşte bu hal ile bahçemizin ağaçları arasında bir sığınak yaptık.
Şehirde kol kol beş hat yangın başladı. Çünkü havalar soğuk olduğundan her evde ateş vardı. Yangına kim bakar, can cana, baş başa! Yıkılan yerlerde diri diri yananın hesabı meçhul. Bu defaki zelzele bir ay kadar sürdü. Her gün üç-beş kere yer sarsılırdı. Evvelki ve bu hareketlerde 3000 kadar insan öldü. İşte bu ikinci zelzeleden sonra mektebin az vakitte kolayca tamiri kabil olmadığından, mektep halkı Namazgâh denilen yerde çadıra çıktı. Beş-altı ay orada tahsile devam edildi. (Ahmet Muhtar Paşa,1996:3)
Bereketzade İsmail Hakkı Bey, 1877 Yılında bir görev yolculuğu sırasında civarından geçtiği Bursa’dan şöyle bahsediyor: Araba yaysız ve o tarihte Bursa’dan içerilere, henüz şoseler yapılmamış olması sebebiyle yollar gayri muntazam olduğundan o gün vücudum hurdahaş oldu. (Bereketzâde,1997:220)
O gün yolda bir çok köylülere rast geldik. Bunlar Hüdavendigâr ve Konya vilâyetlerinin muhtelif sancak ve kazalarından develerine, merkeblerine ve merkeb hacminden büyükçe öküz koşulu kağnılarına, en son Rus muharebesi sebebiyle harp yardımı olarak mükellef bulundukları buğdayı yükleyerek Mudanya’ya sevkediyorlardı.
Harbe gitme yaşında bulunanlar, harp meydanlarında olduklarından zahireyi sevkedenler, on-on iki yaşlarında oğlan ve kız çocuklarıyla kadınlar ve yaşlılığın zafiyet devirlerine ulaşmış erkeklerdi. Çocuklar ve kadınların tümüyle yalın ayak oldukları ve erkeklerden bazı yaşlılarının ayaklarında eski püskü çarık ve yemeni gibi şeyler bulunduğu halde, kadın erkek, çocuk büyük hepsinin elbiseleri eski soluk, şeştari* veya mavi bezden yapılmış kısa entari ile don veya şalvardan ibaretti. Bizi gördükçe, tam bir hasret ve yürek yanıklığıyla yanımıza sokularak, ben güyâ her derde devâ, her şeye vâkıf ve aşina bir hayatverir şifâ imişim gibi, kimi harp meydanlarında olan babasını, kimi kocasını, kimi ciğerpâresini ve diğer akrabalarını ve ne yapmak lazım geleceğini soruyorlardı (Bereketzâde,1997:221) (Devam Edecek)
Hüseyin Yürük
KAYNAKÇA
Ahmet Muhtar Paşa, (1996), Anılar 1, İstanbul:Tarih Vakfı Yayınları
Bereketzade İsmail Hakkı,(1997),Yâdî Mâzî, İstanbul,Nehir Yay.
Gökyay Orhan Şaik,(1973),Gezi Özel Sayısı, Türk Dili Dergisi, Ankara: TDK
Lowry Heath,(2002),İdeal Politika