İbn’ül-Emin’ Üstadı Anmak

Giyim tarzı, bâzı değişmeyen sâbit tutum ve davranışlarıyla dikkat çeken ama gördüğü herkese selâm veren, kibir taşımayan çok farklı, yüksek bir kişilikti.

Öncelikle Kültür târihimizde çok önemli ve çok üst sıralarda yeri olan bu büyük yazar, bu anlatılamayacak derecede üstün vasıfları olan ve kimseyle karşılaştırılamayacak derecede farklı olan büyük üstâdın vefat ettiğinde çok küçük yaşlarda olmam sebebiyle, nasıl büyük bir kayıp olduğunu anlamam, anlatabilmem, hattâ fark edebilmem imkânsızdı…Klâsik Türk Mûsîkisine olan ilgimin artmaya başladığı yıllardan sonra ve özellikle, önce 1976 yılında açılan Türk Mûsîkisi Devlet Konservatuarı’na öğrenci olarak, İstanbul Belediye Konservatuvarı Türk Mûsîkisi İcrâ Heyetine ve bir yıl sonra da Kültür Bakanlığı İstanbul Klâsik Türk Müziği Devlet Korosuna Tambur Sanatkârı olarak girdikten sonra, İbn’ül Emin Üstâdın adını çok daha sık duymaya başladım…İstanbul’da 1976 ve daha sonraki yıllarda, gazeteci-yazar arkadaşım Murat Bardakçı’nın vasıtasıyla, zaman zaman Tambûri Dr. Selâhattin Tanur üstâdın evinde icra edilen ve yaklaşık 3-4 saat süren fasıllara gittiğimde, konağına gelen ve o yıllarda 65-70 yaşları civarında olan şâir-mûsikîşinas büyüklerimizin yaptıkları sohbetlerde, kısaca ‘İbnül Emin’ diye adını zikrettikleri büyük üstâdın adını daha çok duymaya başlamıştım…  Bu büyüklerimiz İbnülemin üstatla ya kendi yaşadıkları olayları veya başka üstatlardan duydukları esprili olan ve insanı çokça düşündüren, bilmediği bâzı bilgileri öğreten çeşitli sözlerini mutlaka anlatırlardı…

Devlet Korosunda Hocam ve Şefimiz Dr. Nevzad Atlığ ve diğer ağabey, sanatkâr büyüklerimizden, Devlet Konservatuvarı’ndaki kıdemli Hocalarımız Kemâl Batanay, Münir Nurettin Selçuk, Cevdet Çağla, Lâika Karabey, Ercüment Berker, Dr. Alâeddin Yavaşca ve diğer sanatkârlarımızdan, bu büyük üstatla ilgili hâtırâları, köşkünü, evindeki sohbet âdâbını, toplantıların genel seyrini, yapılan toplantılara katılanları, kimlerin, nasıl bu toplantılara katılabileceklerini, hangi sandalyeye, koltuğa, kanepeye oturduklarını anlatırlar; evinde yaşanan bazı esprili atışmaları ve üstâdın insana en başta çok tuhaf gelen davranışlarını vb. hususları duyardık. Doğruluğu konusunda tereddüt etmekle birlikte bir hocamızın, İbnülemin üstâdın, Yahyâ Kemâl Beyatlı üstâdın ve diğer şâir yazarların da bulunduğu bir sofrada (bence sofra Akademisinde) bir takma diş temizliği girişimi yapılması sırasında, (İbnülemin) üstâdın duruma müdâhale(?) edip, dişlerin yerine takıldığını anlatmıştı. Eminim bu hususu daha ayrıntılı olarak anlatacak olan değerli yazarlarımız olmuştur…1980’lerde îtibâren geri döndüğüm Ankara’daki Radyo, kültür sanat çevrelerinde de İbnülemin üstâdın adını, çok sık duyardım. Özellikle rahmetli Dr. Nazmi Özalp; hocası Ruşen Ferit Kam’ın ve onun çok değerli dostu eski Milî Eğitim Bakanlarından, Şâir, Yazar Hasan Âli Yücel’in Ebnülemin üstatla ilgili hâtıralarını ve onu çok büyük bir hayranlıkla takdir ettiklerinden bahsederdi…

Bilindiği gibi, Hasan Âli Yücel’in üstâdın, İbnüleminin kitabının/kitaplarının önce kendisi bakan iken  M.E.B. tarafından  HOŞ SADÂ’yı ise yönetimine geçtiği  İş Bankası  yayınları arasında basılması için imkân sağladığının söylendiğini hatırlıyorum…Genellikle, ‘Efendi Hazretleri’ diyerek hitab edilen İbnülemin Bey’in konağında pazartesi günü yapılan kültür, sanat, mûsiki toplantıları çok büyük ilgi gördüğü, o devirde İstanbul’un en çok tanınmış üniversite hocalarını ve kültür-sanat-müzik adamlarının, şöhretlerinin;  bu konağa birer öğrenci gibi gelerek Üstâdın meclisine kabul edilmelerini, katılmalarını çok büyük bir şeref ve ayrıcalık olarak telâkki ettikleri, bunun da kendileri için çok büyük iftihar meselesi olduğu hususu çok sık görülürmüş…

Dr. Nevzad Atlığ Hocam, İbnülemin Mahmud Kemâl Beyin dilden dile anlatılagelen meşhur meclislerinin yapıldığı meşhur odayı bana kısaca târif etmişti. Ancak, bu konudaki en iyi târifinin, Midhat Cemal Kuntay tarafından yapıldığını ifâde edip, “o yazının üzerine başka bir ekleme yapılamaz, bunu ‘meclis’e dâhil olunca anladım, hatta bu oda, bu meclis, katılan şahsiyetler, herhalde bundan daha güzel anlatılamazdı” demişti… HOŞ SADÂ’nın yeni baskısı için kanûnî vârisleri adına Prof. Sadık Tural benden bir ‘sunuş’ yazısı istedi. Ben de bu isteğin gereğini en iyi Nevzad Hoca’mızın yapacağını ifâde edip telefonlarını verdim. Sadık Hoca’nın ‘istirhamı’nı kırmayan Sayın Atlığ kızı ve asistanının bazı malzemeyi toplaması ve metni yazıya geçirmesi anlamındaki yardımıyla çok değerli bir yazı yazdı. Üstat İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın konağına ilİşkin hususları Nevzat Hocam detaylı olarak bu kitapta yer alan yazısında da ifâde etmektedir. Benim bu yazımda, fazla bilgi birikimimin ve elimde çok sayıda kaynağımın olmaması sebebiyle, İbnülemin üstat hakkında daha detaylı, daha farklı, hiç duyulmamış bilgiler verebilme şansım, imkânım yoktur… Gerek üniversitede verdiğim derslerde, gerekse bir şef olarak yönettiğim korolarla paylaştığım teorik bilgilerde bazı hususları söylemek gerektiğini biliyorum ve gereğini yapıyorum. Benim tespit edebildiğim ve paylaşmaya çalıştığım bâzı noktaları özet ve ana başlıklar altında yazmak istiyorum:

*Doğuştan kendisine bahşedilen; çok üstün, çok işlek ve kıvrak bir zekâ, çok yüksek bir kavrayış,

*Son devir Osmanlı siyâsî ve kültür târihi konusunda en değerli, en yetkili çok büyük bir uzmandı.  Bu konuları işlediği ‘Son Sadrazamlar’ ve ‘Son Asır Türk Şâirleri’ adlı eserleri, 19-20. asırlar Osmanlı siyâset ve kültür târihinin en önemli, en değerli kaynakları arasındadır. Osmanlı târihi konusunda büyük biyografya ve bibliyografya uzmanı idi. Türk edebiyatının gördüğü en büyük biyografı olarak kabul edilir.  Kendine has özellikleri ile eşi görülmemiş bir şahsiyetti. Milliyetçi, dindar,  topluma bağlı, kendini milletine borcunu ödemek için dünyâya gelmiş görevli sayan bir kişilikti.

*Mükemmel,  firesiz, çok güçlü bir hâfıza,  âdeta gezgin bir ansiklopedi,  *Büyük bir hazırcevap, nüktedan, esprili bir üstat,  *Çok yüksek, bitmeyen, yorulmayan bir enerji deposu,

*Arı gibi çalışkan bir yapı, ifâde gücü ve yılmayan bir insanî karakter, * Dürüst, namuslu ve kimseye ihtiyaç duymayan bir insanî yapı,  

*Bilime ve sanata çok büyük saygısı olan, gerçek dürüst bir aydın,

*İstikrarlı, vefâlı ve paylaşımçı bir dost.

*Tokgözlü, gururlu, asla tamahkâr olmayan, maddî hayatı çoktan aşmış bir dev insan.

*Elinde kimsede ve eşi olmayan kültür ve sanatla alâkalı, siyâsî değerleri olan kıymet biçilemeyecek derece önemli belgelerin, kitapların, tabloların, Türk ve Acem hattatlarının el yazılarının vb. birçok materyalin bulunduğu çok çok kıymetli bir arşiv…

*Konağına  gelen Türk Edebiyatının en önemli şâir ve yazarları, fikir adamları, siyâset adamları,  mûsikî icracıları, her daldan bilim adamları, Üniversite Rektöründen, Tıp Fakültesi öğrencilerine kadar çok sayıda hayranı, talebesi, dostu, ahbâbı olan; sevilen, sayılan müstesna bir gönül insanı,

*Giyim tarzı, bâzı değişmeyen sâbit tutum ve davranışlarıyla dikkat çeken ama gördüğü herkese selâm veren, kibir taşımayan çok farklı, yüksek bir kişilikti.

*Hiç kimseden bir çıkar, istikbâl beklemediği için; aklına gelen her şeyi, yumuşak, sert demeden, çekinmeden, aklına geldiği gibi söyleyebilen bir mümtaz şahsiyetti… O artık -şiir mûsikî târih bilgisine kulağı açık olanların duyabildiği- gök kubbemizdeki de bir hoş sadâdır.

(Özgen Gürbüz: 15 Nisan 1951 târihi Merzifon doğumlu- İ.T.Ü. Türk Mûsikîsi Devlet Konservatuarını ve ODTÜ inşaat Mühendisliği mezunu- 1977 yılında Kültür Bakanlığı İstanbul Klasik Türk Müziği Devlet Korosu’nda tambur sanatkârı . 1990 – 2004 yılları arasında, T.R.T. Müzik Dâiresi Başkanlığında Türk Sanat Müziği Müdürü.40 civârında bestesi vardır.)

Özgen Gürbüz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir