Diğer taraftan, Fransız General Franchet d’Espèrey’in karaya çıkacağı sahil geceden hazırlanıp, yollara birçok halı serilip, çiçekler serpiliyordu. Rumlar, Karaköy Meydanı’na ve Osmanlı Bankası’nın önüne, yerlere Türk bayrakları seriyor, azınlık ileri gelenleri, papazlar, yabancı gazeteciler ve fotoğrafçılar, sinemacılar, bu tarihi anı tespit için iskele başına toplanıyordu. General harp gemilerinin top sesleri, ticaret gemilerinin siren sesleri, Rumların ve Ermenilerin bitmek bilmeyen alkışları arasında Karaköy Meydanı’na çıkıyordu. Mavi kurdeleli beyaz elbiseli Rum kızlarının kendisine çiçek vermesinden sonra, bir papaz Türk boyunduruğundan kurtuldukları için dua ediyordu.Diğer taraftan ise, Fransız General Franchet d’Espèrey, Galata Rıhtımı’ndan Beyoğlu’na kadar zafer alayı tertip ettiriyordu. Ata binmiş olan General d’Espèrey, eski Roma İmparatorları gibi etrafını selamlayarak ilerliyordu. Tertiplenen bu alayla âdeta İstanbul’un fethine gönderme yapılarak, “Romalılar geri döndü” mesajı veriliyordu. Kalemşorların mürekkebinden ihanet damlıyor…General Franchet d’Espèrey atın üzerinde yerlere serili Türk bayraklarını çiğneyerek, arkasında Fransız, İngiliz ve İtalyan askerleri olduğu halde Beyoğlu’na çıkıyordu. O gece bütün azınlıklar kurtuluş şenlikleri yapıyordu. İstanbul tarafında da durum aynıydı. İstanbul şehremaneti binası önünde Fransız millî marşı “La Merseilles” askeri bando tarafından çalınmakta, Rum ve Ermeniler tezahürat yapmaktaydılar…D’Espèrey, küstahlığını Dolmabahçe Sarayı’nda oturmak istediğini ve padişahın sarayı terk etmesini söyleyerek daha ileri boyutlara taşıyordu. Nezaket ve zarafet yoksunu general Beyoğlu’ndaki Fransız Sefareti’ne ilerlerken küstahlığını devam ettiriyor, asırlarca Osmanlı’nın teba’sı olan gayrimüslimler ise tezahüratlarını artırdıkça artırıyordu. Bu çirkin davranışlar hazmedilebilecek cinsten değildi…İşgalin en başından itibaren işgalci subay ve askerler içlerinde barındırdıkları yüzlerce yıllık kini ortalığa saçmaya başlamışlardı. Özellikle Fransız General Franchet d’Espèrey’in yaptığı davranış Müslüman İstanbul ahalisini derinden yaralıyordu. Bir taraftan işgal güçleri, diğer taraftan ise bu işgale destek veren kalemşorların mürekkebinden ihanet damlıyordu.
“Kara Gün Dostu” Süleyman Nazif ihanete dayanamıyor…Fransız Generali Franchet d’Espèrey’in bu pervasızlığına ilk tepki gazeteci yazar Süleyman Nazif’ten gelir. Nazif, 9 Şubat 1919’da Hâdisat gazetesinde Fransız Generali Franchet d’Espèrey’in İstanbul’a gelişini ve şehirdeki azınlıklar tarafından sevinç gösterileri ile karşılanmasını kınayan “Kara Bir Gün” başlıklı yazı kaleme alır. Tarihte o güne “Kara Bir Gün”, dipnotu düşen Nazif’e de “Kara Gün Dostu” denir.
Süleyman Nazif, pek az zaman sonra padişahlık koltuğuna oturacak bir adamın karşısında, “O padişaha karşı gönlümde pek de hiss-i şükran bulamıyorum” diyecek kadar pervasız; İtilaf güçlerinin İstanbul’a dehşet saçtıkları bir zamanda hitabetiyle İslâm ve Türk âlemini heyecana getirecek kadar cesur bir adamdır.
Aslında o gün İtilaf sansür heyeti tarafından Türk gazetelerine General Franchet d’Espèrey ve İtilaf Kuvvetleri aleyhine imâ yoluyla bile olsa yazı yazmamaları için sıkı emir verilir. Fakat Hadisât gazetesinin provaları arasındaki “Kara Bir Gün” başlıklı yazı, sansür heyetindeki Türk memur Yüzbaşı Aziz Hüdâi Bey tarafından sansürden kaçırılır ve yazı bu şekilde baskıya girer. Ertesi gün Türk gazeteleri “Fransız generallerinden Franchet d’Espèrey şehrimize gelmiştir” şeklinde kısaca verirken, Hadisât’ta çıkan yazı büyük bir yankı uyandırır. Gazetenin sol üst köşesinde siyah bir çerçeve içerisindeki Süleyman Nazif’in “Kara Bir Gün” başlıklı yazısını okumak için İstanbullular 2 kuruşa gazeteleri saklayan müvezzilerden 1 lira vererek satın alır ve okurlar….Nazif yazısında, bu büyük milletin Kanuni zamanında İspanya kralına esir düşen I. François’yı hücresinden kurtardığını ve tahtına iade ettiğini, defalarca Viyana’yı zapt ettiğini, dolayısıyla her milletin hayatında iniş çıkışlar olabileceğini, bu durumun değişeceğini ve Türk milletinin parlak azametli haline mutlaka kavuşacağını ifade ederek; en mesut günlerinde işgalcilerin yüzlerine bir tokat gibi vurur. Cihan Harbi’nde Fransız ordularının Balkan başkumandanlığını yapan General Franchet d’Espèrey’in 8 Şubat 1919 Cumartesi günü Türkün haysiyetini çiğneyerek asırlardır varlıklarını Osmanlı’ya borçlu olan teba’ gayrimüslimlerin (Ermeni, Rum ve Yahudi) sevinç gösterileri içinde Fatih edasıyla bir at üzerinde İstanbul’a girmesini tel’în etmek için Süleyman Nazif’in kaleme aldığı “Kara Bir Gün” başlıklı yazı İstanbul’da kulaktan kulağa yayılır:..“Fransız generalinin dün şehrimize gelişi münasebetiyle bir kısım vatandaşlarımız (azınlıklar) tarafından icra olunan nümayiş, Türk’ün ve İslâm’ın kalbinde ebediyete kadar kanayacak bir yara açtı. Aradan asırlar geçse ve bugünkü hüznümüz ve bahtsızlığımız şevk ve ikbâle dönse bile, yine bu acıyı hissedecek ve bu hüzün ve teessürü çocuklarımıza ve torunlarımıza nesilden nesile ağlanacak bir miras olarak terk edeceğiz.
Alman orduları 1871 senesinde Paris’e girdikleri sırada, Büyük Napolyon’un zaferlerini kutlamak için dikilmiş olan Zafer Takı’nın (Fransa’nın başkenti Paris’te bulunan tarihi anıt) altından geçerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti. Ve bizim dün sabah saat 9’dan 11’e kadar hissettiğimiz üzüntüyü ve azâbı duymamıştı.
Her milletin hayat sayfalarında birçok ikbâl ve idbâr (yükselme ve düşme) sayfaları vardır. Fransa Kralı Birinci Fransuva’yı Şarlken’in zindanından kurtarmış ve koca Viyana şehrini defalarca kuşatmış bir ümmetin kader defterinde böyle bir kederli satır da yazılıymış. Her hâl, değişir. Arapların güzel bir sözü var: ‘Isbır feinne’d-dehre lâyesbır’ (Sen sabret, çünkü zaman sabretmez) derler”. “Onları yakalayıp, kurşuna dizin!..” Fransızların yüzüne bir tokat gibi inen bu yazının yayınını haber alan General Franchet d’Espèrey âdeta çılgına döner. Hemen, “Onları yakalayıp, kurşuna dizin!..” emrini verir. Ölüm emri verilen Süleyman Nazif ve sansür memuru Yüzbaşı Aziz Hüdâi Bey’den başkası değildir….Aynı zamanda Fransız, İngiliz ve İtalyan subayların imzasıyla Bâbıâli’ye bir nota verilerek yarım saat içinde Süleyman Nazif, İtilaf güçlerine teslim edilmez ise, bu durumdan hükümetin sorumlu tutulacağı bildirilir…
Hâdisat gazetesi kapatılır. Yüzbaşı Aziz Hüdâi Bey 11 gün Fransız sefarethanesinin mahzeninde alıkonulur ve ardından Bekirağa Bölüğü’ne ve nihayet İzmir’e sürgüne gönderilir. (Aziz Hüdâi Akdemir bu süreçte maruz kaldığı insanlık dışı olayları Kesit Yayınevi tarafından yayınlanan “Kara Bir Gün-İstanbul Nasıl İşgal Edildi?” isimli hatırat kitabında en ince detayına kadar anlatıyor.) …Fransız General d’Espèrey’i kudurtan sebep…Mert ve metin bir insan olan İstanbul Polis Müdürü Mehmet Ali Bey’e kendiliğinden teslim olarak, “İster düşman kuvvetlerine teslim edin, ister Devlet Hapishanesi’ne gönderin” diyen Süleyman Nazif’e, “Üstad hangi suçunuz için sizi tutuklayacağım? Vatanını sevmek suçundan ise ben sizden daha fazla suçluyum. Çünkü ben hem vatanımı hem de çekinmeden, korkmadan onu müdafaa eden sizi seviyorum. Sizde olan ruh bende de var” diyerek tutuklamaz, araya Yusuf Franko Paşa isimli birinin araya girmesiyle kurşuna dizilme emri geri alınır. Süleyman Nazif diğer milliyetçi şair ve yazarlarla birlikte Malta’ya sürgün edilir.
Sabri Gültekin