Kahramanmaraş’ta Gavur Gölü -1-

Günümüzde Sağlık Ovası olarak adlandırılan ve bir nostalji olarak özlemle anılan Gavur Gölü’nü öncelikle bilmek, tanımak gerekir.

İnsanın doğduğu coğrafya kaderi oluyor bir bakıma. Ve bu kaderden kaçınmak da mümkün olmuyor. Şair boşa dememiş “ne çok acı var” diye.

Günümüzde Sağlık Ovası olarak adlandırılan ve bir nostalji olarak özlemle anılan Gavur Gölü’nü öncelikle bilmek, tanımak gerekir. Elli yıl öncesine kadar Gavur Gölü gerçek manada bir ölüm sahasıdır.  Bir anekdot ile konuyu açmak isterim; Yıllar önce baba yurdum olan Çağlayancerit ile ilgili bir kitap çalışmasına başlamıştım. Rahmetli Ömer Kaya Hocam da bu çalışmaya destek veriyordu. Küçüklüğümüzde pek gidemediğimiz Çağlayancerit’e Ömer hocam ile defalarca gittik, görüşmeler yaptık, araştırmalarda bulunduk. Ulaştığımız veriler ilginçti. Mesela 1800’lü yıllarda Çağlayancerit ve civarında (bebek ölümlerini saymazsak) yaş ortalaması 100’ün üzerinde iken Gavur Gölü havzasında yaşayanlar ancak 45 yıl yaşayabilmekte idi. Yaşı 50’ye ulaşan için “uzun yaşadı” denilmekteydi.

Rahmetli babam anlatmıştı. Gavur Gölü’nün kurutulmasına karar verilince 1950’lerde Pazarcık’tan Gavur Gölü havzasına bir hat döşenmiş. Devlet Demir Yollarında çalışan babam da bu hat üzerinden günübirlik terezin denilen araç ile gidiş geliş yaparak oradaki ekibin ihtiyacını karşılarmış.

Bir gün bu ekibin başında bulunan Süleyman Demirel babama hitaben;

-Sen çalışkan bir insana benziyorsun, bak bu bataklık kuruduğunda burada geniş araziler ortaya çıkacak. Bunları topraksız köylülere dağıtacağız. Git hısım akrabana ve köylülerine söyle gelsinler, onlara arazi verelim, der.

Babam gider Çağlayancerit’e, Mühendisin anlattıklarını tek tek anlatır. Babamı dinleyen hısım akrabası ve köy halkı bu çağrıya olumlu cevap vermedikleri gibi bir de kabalaşarak babama;

-Bizi sineğin içine götürüp öldürmeye mi çalışıyorsun, derler.

Böylece Ceritliler yaşadıkları coğrafyadaki fakirliği Gavur Gölü’nde yaşanacak zenginliğe tercih etmiş olurlar.

Aslında Ceritliler doğruyu söylemektedir. Onlar bilmektedir ki gerçekten de Gavur Gölü en eski zamanlardan beri etrafına hastalık ve ölüm saçmıştır. Belki de eskiler bu göle bunun için Gavur Gölü adını vermişlerdir.

Gazeteci Ali Saim Emirmahmutoğlu sahibi olduğu Demokrasiye Hizmet gazetesinde bu göl ile ilgili olarak şu cümleleri kurar;

“Uzun yıllar, çok eski zamanlardan beri etrafına hastalık, ölüm savuran göle eskiler tam uygun bir isim takmışlar: Gavur Gölü.

Hakikaten gavur gibi bir göldü bu göl. Etrafında kurulan köylere ölüm saçıyordu. Çocuklara, gençlere hiç acımayan bir gavur gibi… İhtiyarlara demiyoruz. Çünkü bu göl etrafına savurduğu hastalıklarla insanların ihtiyarlamasına bile imkân bırakmıyordu.

Bundan başka insanların işleyip rızıklarını toplayacağı, imar edip güzelleştireceği en verimli ve müsait 100-120 bin dönüm toprağı da kucaklıyor, istifade yerine ölüm sahası haline getiriyordu.

Halbuki göl, su böyle mi olur? İnsanlara, etrafına feyiz, bereket, rahmet, neşe ve hayat saçar… Fakat bu göl, bu gölün suyu böyle değildi. Masmavi, ölüm yeşili korkunç mavi, gavur mavisi; en bereketli topraklardan hayat yerine ölüm saçan bir su… Ve bu gavur göl yıllarca gavurluğunu icra etmiş, nice köylerde nice yıllar hayatı kurutmuş bir gavur göldü o.”Böyle diyor Ali Saim Emirmahmutoğlu.

Binlerce, belki de milyonlarca yıldır etrafına ölüm saçan bu gavur gölden kurtulma, bu gavur gölü kurutma çalışmalarının başlangıcı ise tâ 1928’lere uzanır. Türkiye Cumhuriyetinin henüz ilk yıllarında bu konunun ele alındığı görülmektedir. 1931 ve 1934’de burada tetkikler yapılır, projeler çizilir. Yapılan tetkikler ve projeler bu gölün gavurluğuna son verilmesi gerektiğini katiyetle ortaya koyar.

Kendisi Antalyalı olmakla birlikte Maraş milletvekilliğini lâyıkı ile yerine getiren Rasih Kaplan konunun takipçisi olur. Gerek meclis kürsüsünde, gerek meydanlarda, gerekse dost meclislerinde “bu gavur gölünü Müslüman yapmak lazım” der. Rasih Kaplan çalışır, çabalar ve dediklerini hükümet nezdinde tek tek kabul ettirir. Maraş’ın bu konuda daha fazla ihmale tahammülü kalmadığını herkeslere duyurur. Ne var ki onun Maraş milletvekilliğinden ayrılması ile projeler ve dosyalar tekrar hasıraltı edilir. 1948 yılına gelinildiğinde projeler tekrar ele alınır.  1950’de ise ihalesi yapılabilecek duruma gelir. Aynı yıl ilk kısmın ihalesi yapılır. 1957’de ise Gavur Gölü’nün kurutma işlemi büyük oranda tamamlanmıştır. Süreç 1965’e kadar devam eder.

Gavur gölü kurutulur kurutulmasına da peki gavurluğunu bırakıp Müslüman olur mu?

İşte bu noktada durup Mustafa Okumuş hocama kulak vermemiz gerekiyor.

Mustafa Okumuş Hoca bu konudaki tavrını dört eserle ortaya koyarken net bir şekilde şu cümleyi kurar: “Bu göl, dar görüşlü bir ufuksuzluğa kurban edilerek 1950 – 1965 aralığında kurutuldu. Dünya ekosistemi, çevre ekolojisi, ekonomisi ve turizmi bundan dolayı büyük kayıplara uğradı.”

Mustafa Okumuş Hoca nostaljik bir özlemle Gavur Gölü’nün güzelliklerini dile getirirken; “Benim yaşım hayli ilerledi” der. Hısım akrabasına ve de özellikle öğrencilerine vasiyet mahiyetinde şunları söyler;

“Bizim kuşaktan sonra Gavur Gölü’nün unutulmasını istemiyorum. İstiyorum ki, yeni kuşaklar burada bir zamanlar bir göl olduğunu anımsasınlar.”

1928’de iyi niyetle çıkılan yolda kırk yılda katedilen mesafe günümüzde sorgulanıyor.

Aslında sorgulamak da gerekiyor.

Gavur Gölü kurutulduktan tam 11 yıl sonra “Dünya Sulak Alanlarını Koruma ve Rehabilitasyonu” (RAMSAR) sözleşmesi imzalanır. (RAMSAR) sözleşmesinin imzalanması ile Gavur Gölü’nün kurutulması sonucunda burada milyonlarca yıldan beri var olan dünya ekosistemine ve çevre ekolojisine telafisi güç zararlar verildiği ortaya çıkar.

Bugün üzerinde bir ilçe, ve ilçeye bağlı onlarca mahallenin yer aldığı Gavur Gölü’nün kurutulması ile tarıma açılan 72.000 dekarlık arazi ilk yirmi yılda çiftçiyi sevindirir. Ne var ki sonrasında verimden düşer. Arazi müzmin bir hastalığa yakalanır. .Devam edecek…

Serdar Yakar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir