Köydeki Şehir Kitapları -2-

Kulluğun ürün vermesi için zevk gerekir / Tohumun filiz vermesi için öz gerekir.

İnsan, mazhar-ı ilahîdir. Hakk’ın kudreti ve sıfatları kullarında görünür, görenlerce. Yaşlanmış, dişleri dökülmüş ve burnu daha bir heybetli olmuş Deli Hemid’e çarşıda Çakıroğlu bir ağa sorar, “Ula Hemid! Ne uzun burnun var?” Deli Hemid’den kısa ve özlü bir cevap, “Ne oldi? Ustasini mi beğenmedun?” Ağa perişan olmuştur, af diler Hak’tan ve Hemid’den. Telafi için çare arar, “Çarşıya ne zaman gelirsen benim misafirimsin Hemid!”

Karadeniz’de geleneksel ahşap köy evleri, yerlerini beton evlere bırakarak gözlerden uzaklaştı, uzaklaşıyor. Ev, gövdesini yamaca dayamıştır, bu sebeple evin her katına dışarıya açılan bir kapıdan girilir. Ahır katı taşla örülmüş temel ve duvarlarla bina edilmiştir. Bu mekân Sultana, Yağlika, Karakız, Boz gibi isimler verilen, okşanan, sevilen inekler içindir. Bu mekânın tahta tavanından evin ilk katındaki aşanaya/aşhaneye açılan bir kapak kapı da vardır. Gerektiğinde evin içinden ulaşılır hayvancıklara. Mutfak ve salon işlevine sahip aşana evin en büyük odasıdır, çoluk çocuk burada yüz yüze, yan yanadır. Evin yamaca yaslanan duvarındaki ocak, odaya hâkimdir. Dumanı bacayla yükselen ateş odaya renk katar, sıcak nefes salar. Yemek zamanı bilekide küller ve közler altında pişen mısır ekmeği ile askıdaki kazanda fokurdayan lahana aşı beklenir.

Evin üçüncü dış kapısı yamaca açılır, diğerleri doğuya doğru iken bu kapı kuzeye bakar. Misafir erkekler eve bu kapıdan girer, hanımlar ise bir alttaki kapıdan. Hayat/hol birkaç adımla geçilip aşanada oturulur. Beyler, üst katta sohbete dalar, kitaplarla haşir neşir olurlar. Uygun saatte yemek yenir, sonrasında namaza kalkılır. Deli diye anılan kişi kenarda oturur, sözleri dinler. O da namaza  katılır.

Bir gece yemek yenmiş, artık namaz vaktidir. Herkes ayakta, ancak Deli Hemid oturuyor, namazı bilirdi, kılardı, dayısı öğretmişti. Davet edilir, “Ne duruysun? Hadi kalksana!” Cevap, “Ben hepisini dereye kılmişidum.” Anlaşılır, Hemid övlemeli/öğle vakti. Solaklı deresinin soğuk suyuyla abdest almış, güneşle ısınmış sıcak taşlar üzerinde öğle namazını kılmıştır. Ama zevki, neşesi çoktur, rekatlar ise az. İkindi, akşam ve yatsı namazlarıyla ancak sakinleşebilmiş. Hakikat bu. Hz. Mevlânâ der ki:

Kulluğun ürün vermesi için zevk gerekir

Tohumun filiz vermesi için öz gerekir

Ahır katı, aşana katı ve sohbet katı, bir de çatı arası, köy evinin katlarıdır. Sohbet odası evin büyüğü Efendi için düzenlenmiştir, raflarda kitapları vardır. El yazması bir kitabın son sayfasına eliyle yazdığı dua cümlesinin altında adı: Hâfız Abdülhasîb b. Ali. Adın üzerindeki tarih: 21 Zilhicce 1371, yani 11 Eylül 1952. Hâfız Efendi’nin vefat tarihi 1959. Topal Hafız diye şöhret bulmuştu.

Kiremitleri kırılmış çatıdan sızan yağmur sularıyla nemlenen kitabın cilt kapakları gibi son sayfası da zarar görmüş. Bu sayfada Hâfız Abdülhasîb’in okunabilen kısımlarıyla ikazlı duası: … dışı mukavvalarının aşağı ve yukarılarında basma mührüyle… yerlerinde Yâ Fettâh ism-i celîlini okudum haz … kaydını lüzum gördüm ellerine giren efrâd-ı âlemden … bilub mühürleyenlerin ve bu yazıları yazanların … şerîfe okuyub bağışlasunlar içun yazdum hâ.

Kitabın ilk yaprağının ilk yüzünde aynı yazıyla okunur dört satır: Bu kitabın mukavvalarının arkalarının aşağı ve yukarılarında basma mührüyle basılmış Yâ Fettâh lafz-ı celîli yazılmış olduğunu okudum pek çok hoşuma gittiğinden kayda lüzum gördüm.

Hâfız Abdülhasîb’in vefatından sonra bu kitabın yeni sahibini gösteren bir kayıt son sayfaya ilave edilmiş: Hâfız Abdulgafûr ibnu Hâfız Osmân Nurî el-Halmanî aleyhi rahmetü’l-Meliki’l-Bârî. Hâfız Osmân Nurî, Efendi’nin bilinen diğer bir adıdır.

Ellerde dolaşan bu kitabın adı Şerh-i Gülistân-i Sûdî’dir. Türkçe şerhin tamamlanma tarihi: 3 Safer 1004, yani 8 Ekim 1595. Gülistan’ın Farsça metni, Şeyh Sa’di-yi Şîrâzî (ö. 691/1292) tarafından 1258 yılında Şiraz’da yazılıp Türkmen menşeli Salgur veya Salur boyundan Şehzade Sa’d’a ithaf edilmiştir. Trabzon’un Of ilçesinde Hâfız Efendi’nin elindeki yazma nüshanın istinsahı/elle çoğaltılması ise 1 Safer 1199/14 Aralık 1784 günü tamamlanmıştır. Topal Hâfız’ın kitapları arasında bu eserin bir de İstanbul’da basılı hali vardır: Sûdî nâm fâzılın … şerh-i latîf ve beyân-i münîf ve mecelle-i bedî’in tab’ ve temsîli … bin iki yüz doksan bir senesi Şevvâlü’l-mükerremi evâhirinde hitâmpezîr oldı. Yani 1874 Aralık ayının ilk günleri.

Osmanlı coğrafyasında her okuyanın el dokunduğu ve mekteplerde ders kitapları arasında bulunan Gülistan, bir hayat ve siyaset kitabıdır.

Öncelikle bireyler samimi ve açık tavırlı olmalıdır. Toplumun erdemli olması bireylerin kişilikli ve gerçekten yana olmalarına bağlıdır. Sa’dî’nin Gülistan’ından bir örnek. Edepli oğul gösterişe dalmış babaya doğru istikameti gösteriyor:

“Bir zahit bir padişahın misafiriydi. Yemeğe oturduklarında, hakkındaki iyi düşüncelerinin artması için, istediğinden daha az yiyip namaza kalktıklarında da âdeti olandan daha çok namaz kıldı.

Ey bedevî! Korkarım, Kâbe’ye varamazsın. Çünkü gittiğin bu yol Türkistan’a doğrudur.

İkamet ettiği yere gelince yemek yemek için sofra istedi. Zihni uyanık bir oğlu vardı. “Ey baba! Sultanın meclisinde yemek yemedin mi?” dedi. Cevap verdi: “Onların gözü önünde işe yarayacak bir şey yemedim.” Oğlu da “Namazı da kaza et, zira işe yarayacak kadar kılmadın” dedi.

Ey elinde hünerler; koltuğunun altında ayıplar tutan!

Ey gururlu! Acizlik gününde sahte gümüş parayla ne satın almak istiyorsun?”

Sa’dî’nin çağdaşı Mevlânâ diyor ki: “Öyle özlemişizdir sizi ki; hani azası kesilmiş kişi, azasına, parça-bucuklarına muhtaçtır; hani, “İnananlar, bir tek kişiye benzerler; onlardan bir uzuv şikayetlendi mi bedenin öbür yanları da ona uyar; ıssıya düşer; uykusuz kalır”

Sa’dî de Gülistan’dan sesleniyor:

Âdemoğlu birbirinin uzuvlarıdır. Çünkü yaratılışta bir özdendirler.

Zaman bir uzva ağrı verince diğer uzuvların huzuru kalmaz.

Başkalarının sıkıntısından dolayı gamsız olan senin adını insan koymak yaraşmaz.

Ve onlardan 650 yıl kadar önce Hz. Peygamber Efendimiz buyurmuştu:

“Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.”

Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir