‘Maarif’in Türkçesi

Kelimelerin kelimelerden ibaret olmadığını, yazılı metin okumalarında ve metin çevirilerinde çok daha iyi anlayabilmekteyiz.

‘Maarif’in Türkçesi  olarak yazdım başlığı. Eğitimim, halimi takrire kâfi gelmedi. Bir medeniyetin en nitelikli sosyal, kültürel, edebi ve insani birikimi, büyük medeniyet havzasının ortasında yer alan şehirlerde oluşur. Bu birikimi gelecek nesillere aktarma aracı ise dildir. Kitle eğitiminin hayatımıza hakim olduğu günümüzde ise, dilin mahiyeti, enginliği, zenginliği ve derinliği kitle eğitiminin birinci meselesi haline gelmiş durumdadır.

Dilimizin yapı taşları, kelime ve kavramlardır. Dilimizin sınırları ve zenginliği aynı zamanda düşüncemizin sınırlarını da belirler.

Kelimelerin kelimelerden ibaret olmadığını, yazılı metin okumalarında ve  metin çevirilerinde çok daha iyi anlayabilmekteyiz. Konuya aynı cepheden ya da aynı başlıklardan değil de, biraz daha farklı başlıklardan girmek istiyorum: Kelime hazinesi! ..

Aynı meramı, farklı kavramlarla ifade edebilme zenginliği aslında düşüncede bir genişlik ve derinlik sağlar. Kelime hazinesi, söz varlığı ya da Fransızca söyleyişi ile vokabüler. Yani, bir dilde kullanılan kelimelerin sayısını, miktarını anlatan kavramların bütünü.Tabii ,bunların sadece kelime hazinesinden ibaret olmadığını ifade için Yılmaz Özakpınar hocanın bir sözü ile konuya giriş yapmak istiyorum:

 ‘’Kelimeler hakikatleri anlama aygıtlarımızdır’’ diyor Hoca. Biz kendi hakikatlerimizi, eğer kelimeler üzerinden anlayıp çocuklarımıza medeniyet mirasımızı aktaracak kelime hazinesi oluşturacaksak, öncelikle kelime hazinemizi ya da kelimelerimizi, kavramlarımızı kapsayacak bir zihinsel alt yapı inşa etmeliyiz.

Yıllar yılı, maarifimiz üzerine bir zihin ve fikir çabası ortaya koyduğumuz için, bizi tanıyan pek çok dost ortamına girdiğimizde ‘’maarifimiz’’ diye bir hitapla karşılaşmaktayız. Demek ki önce, anlam ve anlama alanımızı inşa etmemiz gerekiyor. Bunu anlatırken de maarifimizdeki iki temel soruna göz atmamız  gerekiyor: Biri millilik, biri eğitim.

Bunu izaha da şuradan başlamamız uygun olur kanaatindeyiz. Bizim ilköğretimde geçerli olan, 1968 İlkokul programı birey temellidir. Bu birey; cemiyet temelli değil, atomize bireydir. Program Ford Vakfınca finanse edilmiş. Hazırlığı 13 yıl kadar sürmüş, 1955 yılından başlayıp 1968’de, nihai sonuç bildirgesi Viyana’da ilan edilmiş bir çalışmadır.

İlkokul programı demek,öncelikle insan modelinizin, insan idealinizin tasavvur edilmesi demektir. Şu anda yürürlükte olan ilkokul programlarının özü, bugünkü dünyaya egemen olan pragmatik Amerikan felsefesinin bize uyarlanmasına dayanır. Ve bu program, genel anlamda, o felsefenin uzantılarını ifade eder.

Burada, insan modelimiz için öngördüğümüz kelime hazinesi hedefi üzerinde de durmak istiyoruz.  Şu anda, İlköğretimde, ortaöğretimde ve üniversitelerimizde ortalama kullanılan kelime miktarı ya da kelime hazinesine dair ulaştığımız bilgileri paylaşalım.

Ama, ondan önce geçmişten örnekler vermek istiyorum. Elimizde şöyle bir araştırma sonucu var: Fuzuli’nin şiirlerinde kullandığı kelime sayısı 18.000. Oradan 100 küsür yıl öncesine geliyoruz, Ahmet Mithat Efendi’nin kitaplarında kullandığı kelime sayısı 13.000.

Peyami Safa’nın kitaplarında kullandığı farklı kelime sayısı 6700. Günümüze yaklaştığımızda, mesela  Yaşar Kemal’de ise bu rakam; 2700-2800 civarında.

Bu noktada,  okul kitaplarının, ders kitaplarının durumunu  da değerlendirmek istiyoruz..  Batı’da anasınıfları için belirlenen hedef, mesela İngiltere-Almanya örneğinde; 2000 kelime. İlköğretimde 5000, orta öğretimde 7000 şeklinde. Ortalama seviyede eğitim görmüş, olgun bir bireyin kazanması ya da öğrenmesi gereken kelime sayısı  ise, 20.000 olarak belirlenmiş.

Bizim  kendi hakikatimizi kavrayabilmek için, öncelikle kendi hakikatimizle örtüşen  bir kelimeler dünyası inşa etmemiz gerekiyor. Bunun için de, İmam Gazali’nin ifadesiyle;  ‘’mevki, makam,meslek’’ elde etmeyi amaçlayan  bir ilim anlayışını değil, hakikate götüren ilim anlayışını egemen kılmalıyız. Bu nedenle, neslimizin inşasına, önce Milli Eğitimin felsefesinden başlamak durumundayız.

İngiliz eğitim sisteminin,temelde İngiliz tarih ve felsefesine dayanan bir milli felsefesi var. İçinde John Locke ve tecrübî felsefe olan, Şekspir olan bir İngiliz eğitim felsefesi . Alman eğitim felsefesini incelediğinizde orada da mesela; bir Emanuel Kant var. Fransızlarda ise Dekart ve Kartezyen felsefe olan bir eğitim felsefesi benimsenmiş durumda…

Bizim eğitim sistemimizin ise, milli bir felsefesi bulunduğunu söylemekte zorlanıyoruz.. Burada kastettiğimiz husus şudur:  İnsan idealimizi nasıl tasavvur ediyoruz, nasıl bir insan modeli öngörüyoruz,  her kademede kaç kelime ile konuşan insan istiyoruz gibi sorulara net cevaplar vererek, ona göre  bir eğitim modeli oluşturmamız gerekiyor. Bunun için de kendi kimliğimizi nasıl inşa edeceğimize, hangi kavramlarla inşa edeceğimize karar vermek ve buna  uygun bir insan ideali belirlemek durumundayız.

Görüldüğü gibi, birinci meselemiz, bir milli eğitim felsefesi belirlemek, daha  sonra bunun üzerine kelime ve kavramlarımızı inşa etmek.

Burada şunu belirtmek istiyorum: Yapılan araştırmalara göre; bizim ilköğretim sistemimizdeki kelime miktarı ya da kelime hazinesi 1000-1500 kelimeden ibaret. Bunun da %10’unun günlük hayatta kullanılabildiğini varsayarsak, bu demektir ki; öğrencimiz 100 -150 kelime ile konuşuyor. …Bu hesabı orta öğretime uyarladığımızda 1.500-2000 kelimeden yüzde 10’unun gündelik dilde kullanabildiğini kabul edecek olursak, 150-200 gibi bir rakam çıkar ortaya. Üniversitelerimizde kullanılan kelime sayısı dikkat buyurulsun 3.000. Bunun da %10’unu kullanabildiğimizi varsayacak olursak 250 kelime ile 300 kelime ile gençlerimiz gündelik hayatlarını sürdürüyorlar.

Bu tespitlerden sonra  sorunumuz daha net bir biçimde ortaya çıkıyor: Öncelikle  ‘eğitim ve eğitim felsefesi’ tanımından işe başlamamız gerekiyor.

Türkiye’de şu anda öğretmen yetiştiren kurumlar olarak; 100 kadar  Eğitim Fakültesi mevcut.  Bunların tamamında benimsenen ve yıllardan beri tekrar edilen bir tanım var; “zoraki ve istendik tavır değişikliği”

Sistemden önce, tanımın kendisi tashihe muhtaç.Bir eğitim sistemi düşününüz; insanına zoraki bir tavır değişikliğini reva görmekte. Kimi nasıl ‘’zoraki’’ eğitime tabi tutuyorsunuz?

Bir kere, eğitim sistemimizin bizatihi tadil ve tashih edilmeye ihtiyacı var. Sistem, felsefesinden, tanım  ve tarihinden,hedeflerinden   başlayarak yeni baştan yapılandırılmalıdır.

Üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da; ders kitaplarımızın içeriğinin belirlenmesi ve yazımı hususudur.

Bir dilin, yazılı ve sözlü anlatım olarak, iki alanda geliştiğini söylemek mümkündür. Birincisi yazılı anlatım; okullarımızda okutulan ders kitaplarındaki alandır ki, bu alan büyük ölçüde  eğitim fakültelerinden yetişen kadrolarca hazırlanıyor.

Burada zikredilmesi gereken bir başka husus daha var. Dilimizde bir de sözlü anlatım diye bir başka geniş alan mevcut. Bundan da kısaca söz edelim. 

Bizim düğünümüz var, derneğimiz var, akademik ortamlarımız var,  cenazemiz var, dergahımız var, cemiyetimiz var ve bunların her birinin; bir dili var.               

Askerliğimizin kendine mahsus bir dili var. En son seyirlik olarak gittiğim maç 1985 yılında Denizlispor-Fenerbahçe maçı idi. Ayrı bir dünya var orada, ayrı bir jargon var, dışarıda hiç işitilmeyen bir yığın  kelimeler  var. Statlara gidiyorsunuz ya da kahvehanelerde bambaşka kelimeler… Berbere giriyorsunuz, orada da  apayrı bir kelimeler dünyası var.

Şu kadarını söyleyelim; bizim çocuklarımız günlük hayattaki konuşma dilinin tamamına yakınından habersiz durumda. Çünkü bu konuşma dili ders kitaplarına asla yansımıyor. Ders kitaplarımız konuşma dilinin hiçbir kısmına yer vermiyor. ..Bu salgın döneminde şunu gördüm, çocuklarımız okul müfredatından uzaklaşıp aile, yani anne-baba ortamına döndüklerinde, yapılan ilk YKS sınavında çok büyük bir başarısızlık tablosu ortaya çıktı.

Biz bu sonucu da anlam ve anlama dünyasına bağlamak istiyoruz. Çünkü çocuklarımızın  aile ortamında  konuştukları, anneden babadan  öğrendikleri bir Türkçe var. Bu Türkçe, anne-baba dili. Konuşma dilini de içinde barındıran bu Türkçe’ye hiçbir araştırmada rastlayamadım. Konuşma dili ile ilgili bütün literatürü taradım, bir tane konuşma dili ile ilgili yapılmış araştırmaya rastlayamadım.

Bizim ders kitaplarımız, medeniyet müktesebatımızı yeni nesillere kazandıracak bir zenginlikte olmalı. Ders kitapları, bir büyük mesele olarak karşımızda durmaktadır. İşin odak noktası, ders kitaplarımızın yazımında düğümlenmekte.

Bu zihniyet ve bakış açısı etrafında, öncelikli olarak öğretilecek kelimeler ve kavramlar dünyası oluşturulmalı. Sonrasında ders kitabı yazımını bu kelime ve kavramlar dünyası üzerinden inşa etmemiz gerekiyor.

Burada öncelikle eğitimimizi milli bir kimliğe kavuşturacak felsefe oluşturmak zorundayız. Bu felsefenin içinde başarıyı kültleştiren değil, çabayı ve süreci değerli kılan, yeryüzünü imar etme ve insanı  ihya etme anlayışını esas alan bir dünya görüşü bulunmalıdır.

Sonuç olarak; maarifimiz, neslimizin kültürümüzü ve kimliğimizi geleceğe taşıyabileceği sağlam bir Türkçe öğretimini  amaçlamalıdır.

Memiş Okuyucu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir