Orta Asya’dan Küçük Asya’ya gelen Türklerin, bin yılda Anadolu’da oluşturdukları medeniyetin temelleri Türkistan’da atılır. İslam’ın ana referans çerçevesi, Semerkant’ta Buhari’nin ve Maturidi’nin, Bağdat’ta Ebu Hanife’nin, “Türkistan Piri” Ahmed Yesevi’nin, yorulma bilmez çalışmalarıyla, Kur’an’ın ve Sünnet’in ışığında belirlenir. Onların geçerliliğini yitirmeyen eserleri, Bakü’den Varna’ya, Kırım’dan Kazan’a, Bursa’dan Üsküp’e, Edirne’den Mostar’a, edebiyatın ve medeniyetin, kültürel kaynakları olurlar.
Türkçülük peşinde koşmayan Türklerin elinde, İslam’ın bayrağı Asya’nın içlerinden Avrupa’nın içlerine taşınır.Türkler uzun ve büyük yolculuklarında,“ya medeniyet ya edebiyat” demezler, her zaman “hem medeniyet, hem edebiyat” derler. Semerkant ve Saraybosna arasındaki bütün şehirleri, camilerle, çarşılarla, medreselerle, dergahlarla, çeşmelerle, köprülerle donatırlar. Onlar iki dünyada kurtuluşa ermenin yolunun,insanların hayatını kolaylaştırmaktan, dünyayı güzelleştirmekten geçtiğini bilirler.
Edebiyatın dönüştürücü gücünü bilen Türkler, İslam’ın ana kaynakları yanında, “Erdemli Devlet” gibi, “İhya” gibi, “Füsus” gibi, “Mesnevi” gibi, “Mukaddime” gibi, “Mevlid” gibi, güncelliğini yitirmeyen kitaplarla, güneşi hiç batmayacak bir medeniyete öncülük yaparlar. Geçmiş yüzyıllarda Buhara Karahanlıların, Semerkant Timurluların, Delhi Babürlülerin, Kazan Altınorduluların, Konya Selçukluların, İstanbul Osmanlıların, tarihin akışını değiştirdikleri, edebiyat ve medeniyet merkezleri olurlar.
İslam medeniyetinin yüzyıl gibi, kısa bir zaman diliminde, üç kıtanın orta kuşağına yerleşmesi, ana kaynaklarının hayatı bütün boyutlarıyla kucaklamasından kaynaklanır. İnsanlık tarihinde hiçbir medeniyet, bu kadar kısa zamanda, böylesine geniş bir coğrafyada, değişik şehirlerde yaşayanlar tarafından, görülmemiş bir sevgiyle karşılanmaz. İslam’da yaşanan dünya, yaşanacak dünyanın türlü türlü ürününün yetiştiği bir tarla olarak görülür. Müslümanlar insanlığın bilgi ve bilgelik birikimine, ortak mirası gözüyle bakarlar.
Şehirler medeniyetlerin görünen yüzlerini, edebiyatlar görünmeyen yüzlerini yansıtırlar. Medeniyetler şehirlerin geçmiş yüzyıllarını, edebiyatlar gelecek yüzyıllarını aydınlatırlar. Medeniyetsiz edebiyatlar geçmişsizlikten, edebiyatsız medeniyetler geleceksizlikten kurtulamazlar. Bilgileri bilgeliklere dönüştüren bilgelerin ellerinde, hem edebiyatlar, hem medeniyetler değerlerine değer, ömürlerine ömür katarlar. Medeniyetler edebiyatlarla, edebiyatlar medeniyetlerle zenginleşirler.
Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan