Milli Şair Mehmet Akif Ersoy’un oğlu Emin Ersoy, Kurtuluş Savaşı günlerinde babası ile birlikte bazı seyahatler yapmıştır. 1920 yılındaki bu seyahatlerdeki duraklardan biri de, Mehmet Akif Ersoy’un mebus olarak seçildiği Burdur olmuştur.
Emin Ersoy, o günleri şöyle anlatıyor: ‘Günlerce muayyen mevkilerde mola vererek yol aldık. Burdur’a vasıl olduğumuz zaman, bu uzun araba yolculuğu hepimizi epeyce yormuştu. Lâkin orada gördüğümüz iyi kabul bize bütün acıları unutturdu. Mehmet Âkif’i Burdur eşrafı aralarında taksim edemiyorlardı. Her akşam bir yerde ağırlanıyor. Şerefimize ziyafetler, hususî toplantılar tertip ediliyordu.(Ersoy,2010:31)
Emin Ersoy, anlatmaya şöyle devam ediyor: Babamı ilk defa Burdur’da hükümet konağında üç dört yüz kişiyi mütecaviz bir cemaate karşı hitap ederken gördüm. Fazla bağırdığı zaman sertleşen gür sesi ile konuşuyor. Çok heyecanlı olduğu bütün hareketlerinden belli oluyordu. İzmir havalisinden sızan kara haberleri, vatandaşlarımıza yapılan işkence ve hakaretleri, mülevves çizmeler altında çiğnenen tarihî ve ilâhî mabetlerimizi, öyle yanık bir dille ifade ediyor, bu fecayiin yürekler acısını öyle acı bir dille tarif ediyordu ki; ben de dinleyiciler arasında sıkışmıştım.
O muazzam kalabalık derin bir sükûta dalmıştı. Lâkin, bu öyle bir sessizlik, öyle bir hava idi ki, kasırgalar koparacak, ruhların kellesini koltuğuna almağa niyet eden başların son kat’î kararından doğuyordu. Bir de şurada burada hissiyatına malik olamayarak hıçkırıklarını tutamayan vatanseverlerin iniltileri duyuluyordu.
Burdur’da bir hafta kadar kaldık. Babama çok fazla iltifat ettiler. Öğle ve akşam yemeklerini başka başka yerlerde davetli olarak yiyorduk. Safahat şairi boğazlı bir insan değildi.
Bünyesine nispeten az yerdi. Lâkin güzel yemekleri intihap etmekte bilhassa sanatkârane yapılmış hamur tatlılarını seçmekte zevki selim sahibi idi. Burdur’da eşraftan bazı kimselerin sofralarında yediğimiz, armudî şekilde imal edilmiş bir tatlı çok hoşuna gitti. Hane sahibinden bunun ismini bile öğrenmeye kalktı (Ersoy,2010:31-32).
Emin Ersoy, Burdur’dan ayrılma günlerini de şöyle anlatıyor: ‘Burdur’dan cenuba müteveccihen hareket ettik. Seyahatimize yine yaylı ile devam ediyorduk. Sandıklıya kadar epeyce uzun ve arızalı olan mesafeyi hiç mola vermeden katettik.’ (Ersoy,2010:34).
İlâhiyatçı, akademisyen İsmail Karaçam, 1937 yılında Burdur’da doğdu. İstanbul İmam Hatip Okulu (1959) İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü (1963) mezunu.Askerlik hizmetinden sonra Marmara Üniversitesindeki görevine (1971) başladı. 1984’te MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsünde “Kur’ân-ı Kerîm’in Nüzûlü ve Kıratı” adlı teziyle doktorasını tamamladı. 1990’da doçent, 1996’da profesör unvanını aldı. Çalışmalarını Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi öğretim üyesi olarak sürdürdü.
İsmail Karaçam, Burdur’da yaşadığı çocukluk ve gençlik günlerinden şöyle bahsediyor: ‘1940’lı yıllardaki hayat şartları o kadar çetin idi ki, aklı başında olan çocuklar bile, büyüdükleri zaman duçar olacakları bu ağır şartları düşünmek zorunda kalırdı. Ben şahsen, kaç yaşlarımda olduğumu bile, şu anda hatırlamamakla birlikte babamın, anamın ve etrafımdaki insanların çektikleri çileleri görerek, hayatın bu ağır yükünün altından nasıl kalkacağımı garip garip düşünür, ümitsizlikle gark olur, o masum ellerimi açarak, bana çıkar yollar ihsan etmesini yüce Allah’tan niyaz ederim.Köyün genelde genç erkekleri, ilkbahar gelince ‘bel’ini sırtına alarak, bağ bahçe bellemek için Burdur’a ameleliğe gider, Ulu Cami yanında, birinin kendisini gelip götürmesini beklerdi. Patronlar da esir pazarlarında imiş gibi kasıla kasıla, ameleler arasında gezinir, istediği ve beğendiği kişileri seçip götürürlerdi. (Karaçam,2019:18).
İsmail Karaçam, anlatmaya şöyle devam ediyor: Bizim Burdur’a indiğimiz 1948 senesinde buranın yerleşim ve iskânı, sosyal ve medeni şartları köy hayatını andırıyordu. Henüz elektrik ve su tüm evlere girmemişti. Şehrin bir köşesinde bulunan jeneratör akşam olunca çalıştırılır, sokakların ışıkları ve evlerine elektrik alanların lambaları yanar, sabah olunca da sönerdi.Kaldığımız ev elektriği, suyu ve mutfağı olmayan, damı toprak bir evdi. Küçük bir gaz lambasının ışığından istifade ederek ders çalışırdık. Yemeğimizi kendimiz yapar, fırın ekmeği almaya maddi imkânımız elvermediği için, ekmeğimiz haftadan haftaya köyden gelirdi (Karaçam,2019:142-143).
Ord. Prof.Dr.A. Süheyl Ünver, 1965 yılında kaleme aldığı ‘Türkiye’de Eski Ruh Sağlığı Tarihi Üzerine Bir Deneme: Onacak Akıl Sağlığı Yurdu”, isimli makalesinde Burdur Onacak’daki Veli Dede türbesinden bahsediyor.
Ünver, Veli Dede Türbesi’ni şöyle anlatıyor: Selçuklular ve Osmanlılar tarafından yapılan hastahaneler yanında, ruh sağlığı için, tekkelerin mistik telkinlerle insanlara etki etmeyi amaçlayan, önemli merkezler olduğunu açıklamaktadır. Akıl sağlığını müsbet telkinler vasıtası ile temin etmeye çalışan tekkeler, köylerde de yer almıştır.
Bu konuda genel bilgiler verildikten sonra Ünver’in kendi ağzından, Onacak köyü tekkesi şöyle anlatılmaktadır: “Bu tür yerlere bir misal olarak köylülerin benimsediği böyle bir türbe de Onacak’da vardır. Eskiden burası Burdur ve civarının Toptaşısı gibi vazife görmüştür. Bu cihetle köylüler eskiden Burdur’da deli çok diye latife ederlermiş. Kapısının yanındaki nişin Selçuklu binalarında kullanılan tuğlalardan yapıldığı anlaşılıyor. Bunun 8 asırlık bir maziye mâlik olduğu farkedilmektedir. Bu türbe Veli Dede’ye aittir deniyor.
Vasıtaların çok ve çabuk olmadığı zamanlarda aylarla bir hasta en güç şartlar içinde nakl olunamayacağından bu gibi ruh sağlığı yurtları Afyon ve Ankara çevrelerinde mevcuttur. Vakıflar bu köyde delileri ve ruh bozukluklarını iyi eden tekkenin ahşab 6 kadar odasını yıktırmış, yerlerini satmış ve oradaki 300 dönümlük tarlasını da elden çıkarmıştır. Yani, bu eski ve tescilli tesis, hiç bir yere bilgi vermeğe lüzum görülmeden ve kaydı da yapılmadan tarihten silinip yok edilmiştir.
Eski Vakıflar’ın tekkelerin kapandığı sıralarda, bu gibi indî yani yıkıcı tasarruflar âdetâ bir hıyanet sayılacak kadar fecidir. İşte bir sene önce öğrendiğim Onacak Köyü Deliler Şifa Yurdu sahasında bizzat 21 Eylül 1965’de gördüklerimin, işittiklerimin eski bilgi tahminlerim ve mukayeselerimle kısa bir ön raporunu sunmuş bulunuyorum (Mesera, Kazancıgil ve Sayar,2017:370).
KAYNAKÇA
Ersoy Emin Âkif,(2010),Babam Mehmet Âkif, (İstiklâl Harbi Hatıraları)İstanbul: Kurtuba Yay,
Karaçam İsmail, (2009),Hatıralar, İstanbul:Çamlıca Yayınevi
Mesera Gülbün,Kazancıgil Aykut,Sayar Ahmet Güner, (2017), A.Süheyl Ünver Bibliyografyası, İstanbul:İşaret Yay
Hüseyin Yürük