İstanbul’un kalbi Tarihi Yarımada’da şehrin hızlı akan yaşantısına inat, sakinliğini ve dinginliğini korumaya çalışan, tarihi, kültürü ve ruhuyla geçmişin tanıklığını geleceğe emanet bilinciyle taşıyan kadim sokaklardan biri KİRAZLI MESCİT… Süleymaniye Camii ve Külliyesine komşuluk eden sokak, mescidi, türbesi, hamamı, üç çeşmesi, iki sıbyan mektebi, konakları ve ahşap evleriyle şiirden, romana, kültür ve edebiyat çevrelerinde birçok esere konu olmuştur.
İstanbul’da yaşamak mı, yoksa İstanbul’u yaşamak mı? diye süre gelen diyalogda tabi ki İstanbul’u yaşamak isteriz cevabı dilimizden, yüreğimizden dökülüverir. Lakin koşuşturmaca, keşmekeşlik, trafik, vb. sebeplerden çoğu zaman İstanbul’da yaşadığımızı bile unuttuğumuz günler, haftalar geçmektedir.
İstanbul kendi tarihini, kültürünü, ruhunu, estetiğini, dinginliğini unutturmamak için çırpınıyor adeta. Yolum 27 yıl sonra mezun olduğum üniversitenin bulunduğu muhite ve tabi ki tarihi sokaklarına düştü ve uzunca bir süre burada İstanbul’u yaşayacak gibi duruyorum. Beyazıt, Şehzadebaşı, Vezneciler, Vefa, Süleymaniye, Kalenderhane. Bu mutena semtler İstanbul Üniversitesinin doğal kampüs alanına dönüşmüş durumda. Yaşayan, canlı, dinamik doğal bir kampüs; tarihi konaklar, köşkler, camiler, hanlar, çeşmeler, kemerler, mescitlerle bezeli bu zenginlik; öğrenciler, gençler tarafından farkına varılmayı bekleyen ağırbaşlı, mahzun ve birazda kırgın bir şekilde beklemekte…
Eski İstanbul ruhunu, nefesini yaşatan bu tarihi dokuda kendimizle, tarihimizle ve kültürümüzle yüzleşmek, içimizdeki birçok kapalı dehlizleri açacaktır diye düşünüyorum. Bu semtlerde teferrüç ederken yolum Kirazlı Mescit sokağına ve tabi ki tarihi yapılarına düştü.
“Eski Türk yaşantısını en iyi şekilde yansıtan ahşap ev, yalı ve köşk gibi yapıtlar, sokaklarıyla, mahalleleriyle ortadan kalkmaya başlamıştır. Bu güzel asil yapılar yerlerini anlamsız duygusuz beton yığınlarına bırakmış ve İstanbul taşlaşan bir şehir görünümü almaya başlamıştır… Kirazlı Mescit her yönden eski İstanbul’u yansıtan dört başı mamur, komplike bir sokaktır. Yolun iki tarafına sıralanmış yüzyıllık konaklar, ahşap evler ve bunların aralarına serpiştirilmiş tarihi yapıtlar sokağa değişik bir görünüm veriyor. Eski İstanbul’un nasıl olduğunu merak eden, başka bir deyişle eski İstanbul hastaları, kuşkusuz burada huzura kavuşuyor. Oysa içimizden kaç kişi Kirazlı Mescidi biliyor, yeterince tanıyoruz”[1]
Ekrem Hakkı Ayverdi’nin 1875 yılına ait İstanbul haritasına göre; Şemsüddin, Molla Gürani, Ayşe Kadın Hamamı sokaklarının kestiği Kirazlı Mescit’e ayrıca Taş tekneler ve Avni Paşa sokakları da açılır. Şimdi ise Kalenderhane Mektebi ve Kayserili Ahmet Paşa sokakları da yollarını Kirazlı Mescitle kesiştirmiş durumdadır.
Sokağın belli başlı tarihi yapıtları:
Kirazlı Mecit,(1536)
Defterdar Cenderecizâde Muhyiddin Türbesi,(15. Yy.)
Ayşe Kadın Hamamı, (18.yy.)
Ataullah Efendi Sıbyan Mektebi, (1571)
Nevruz Kadın Sıbyan Mektebi,
Şerife Ayşe Sıddıka Hanım Çeşmesi, (1841)
Abdullah Ağa Çeşmesi.(1693) Bu tarihi yapılardan sadece Ayşe Kadın Hamamı harabe durumda, yıkıntıların etrafı bariyerlerle kapatılmış, atıl ve virane şekilde beklemektedir. Kirazlı Mescit tadilattan geçmiş olup ibadete açık durumdadır. Ataullah Efendi Sıbyan Mektebi ise İstanbul Edebiyat Vakfı tarafından kullanılmakta ve ziyaret edilebilmektedir. Nevruz Kadın Sıbyan Mektebi özel mülk olup şahısların kullanımındadır, dışarıdan bakımlı durmaktadır. Defterdar Cenderecizâde Muhyiddin Türbesi de bakımlı olup, ziyaretçilerini beklemektedir. Sokakta bulunan üç çeşmeden de su akmaktadır. “Şehzadebaşı, herhalde bir zamanlar Osmanlı elitlerinin oturduğu bir semtti, Süleymaniye gibi. Muhteşem konaklarla bezeli olduğundan eminim. 1947-1950 yılları arasında Vefa Lisesi’nde okuduğum için Şehzadebaşı ve civarının o dönemini ve çevredeki birçok binayı hatırlıyorum. Bir defa şehrin mutena semtlerinden biri olduğu muhakkaktı. Yolun Süleymaniye istikametindeki dar sokaklarında Osmanlı sivil mimarisinin çok güzel örnekleri olan üç dört katlı büyük konakların arasında tek veya iki katlı evler, zengin, orta hâlli ve fakir insanların, aralarında sosyal sınıf farkı gözetilmeden bir beraberlik içinde yaşadıklarının sembolü olarak duruyorlardı. Burası, Kirazlı Mescit Mahallesi’dir. Daha doğrusu Kirazlı Mescit, Süleymaniye Camii’ne doğru giden dar sokaklardan birinin adıdır. Sokağa adını veren ve ağaç kültürüyle ibadet mahallini tabii bir estetik zevk içinde birleştiren Kirazlı Mescit hâlen yerindedir. Ama kirazı kalmış mıdır, bilemiyorum. Yirmi beş otuz yıl önce bu semtin yapılarının ve mimari bütünlüğünün korunması için büyük bir bölge İstanbul Üniversitesi’ne devredilmişti. Değil restorasyon, mevcut konakların çoğu göz göre göre otopark mafyacıları marifetiyle birer ikişer yakıldı.”[2]
Kirazlı Mescit’in kiraz ağacı durmaktadır. İlginçtir ki makale araştırmam için gittiğim gün ağaçta sadece bir kiraz kalmıştı ve Kirazlı Mescit’ın kirazını yemek bana da nasip olmuştu.
“Bir İstanbul var idi. Sonraları hepsi yok oldu. 1950’den günümüze iki katlı, yoksul görünüşlü tahta evlerin bahçeciklerini de yutuveren beton yığınları, İstanbul’u sildi süpürdü. İstanbul büyüdü, büyüdü. Amerikan sinemalarının azman yaratığı King Kong benzeri bir canavar oldu… Fakat yine de İstanbul var. Nabzı atan, soluk alan, yaşamak için çabalayan bir İstanbul. İstanbul’dan bin şu kadar kilometre uzakta, o uzaklığın sıcak ve sarı uyuşukluğunda bile benliğini duyurabilen İstanbul… Burhan Arpad’ın “Bir İstanbul Var idi” kitabında yazdığı bu satırlardaki İstanbul’u gezerken yolu Kirazlı Mescit’ e düşer ve anılarına şunları not eder: “Atlama Taşı’ndan Küçükpazar’a saptım. Sonra Mehmet Paşa Yokuşunu tırmanıp Vefa’ya, Süleymaniye’yi solda bırakıp Kirazlı Mescit Sokağı’ndan Bozdoğan Kemerine ulaştım…Kirazlı Mescit Sokağı’nda en son konaklardan az buçuk ayakta kalabilmiş olanlar vardı. Fakat daha ne süre dayanacaklardı? Bir konak yeni yıkılmıştı. Sokağın eski, fakat dış görünüşüyle yine de görkemli yapılarında bir zaman oturmuş olanlarla hiçbir benzerliği olmayan her yaştan insan vardı. Bir ara yolu şaşır gibi olunca, genç ve orta yaşlı birkaç kişiye, “Kirazlı Mescit nerede?” diye sordum. Hiçbiri bilmiyordu. Oysa Kirazlı Mescit, beş altı metre ilerideydi. Başımı çevirince görmüştüm…”[3](1980) Bu tarihte mescidin kullanımda olmadığı, 1981 yılında ufak tefek onarımlar yapıldığı, asıl restorasyon çalışmasına 2015 yılında başlandığı kayıtlardadır ve 2018 yılında tekrar ibadete açılmıştır.“Ahşap Türk evlerinin en mütevazi olanının bile bir değeri vardır. O çağın toplum kültürünü etkileyen akımları göstermesi bakımından bu yapılar değerli belgelerdir. İstanbul’un yakın geçmişini tanıtmak ve İstanbul’ un bir dünya şehri olma niteliğini koruma açısından da büyük önemleri vardır. İstanbul’un bir imparatorluğun başşehri olduğunu ve içinde 500 yıldan beri Türk toplumunun yaşadığını belgelemek açısından geleneksel konut mimarîmizin bu son örneklerini tanımak ve korumak zorundayız.”[4]
Bu mutena sokak kültür ve edebiyat kitaplarında ünlü şairlerimizin, yazarlarımızın ve kültür adamlarımızın eserlerine de konu olmuştur.
Yavuz Bahadıroğlu’nun sokağın adını vererek yazmış olduğu “Kirazlı Mescit Sokağı” romanında Said Nursi’nin bu sokakta oturduğu evde geçirdiği günleri anlatır. 1954 yılı içinde az sayıdaki Nur Talebesi İstanbul’da Risale-i Nur Hizmetleri için Süleymaniye Kirazlı Mescit Sokağı 46 numaralı üç katlı kâgir bir evi medrese olarak kiralarlar. İstanbul’da Risale-i Nur hizmetinin ilk tohumlarının atıldığı ve ilk buluşmaların gerçekleştiği yer ve Bediüzzaman Saidi Nursi’nin “benim medresem” dediği İstanbul’daki ilk medrese burası olmuştur. Sokağın adına yazılmış bir romanda Said Nursi’nin bu sokakta oturduğu evde geçirdiği günler anlatılır. ….Sokaklar ve sokak adları bir bakıma bir kentin sosyal yaşantısını, kültürel değerlerini, sosyo-ekonomik yapısını ve tarihsel gelişimini simgeler. Hele bu kent şehirlerin ecesi İstanbul gibi kadim bir geçmişe ve çok hareketli bir sosyal oluşuma sahipse. Sokak adlarının bir şiiri olduğuna inanır Salah Birsel. “İnsanın düş gücünü altüst eden bu renkli, bu bıçkın-civelek adlara İstanbul’un dört bir yakasında rastlanır” der.
Kirazlı Mescit’e şiir yazan şair Ataol Behramoğlu’da: “Sokak adları her zaman ilgimi çekmiştir. Ülkemizde ya da başka ülkelerde, sokak adları önünde durduğum, uzunca düşündüğüm çok olmuştur. Bir kentteki sokak adları, o kentin geçmişinin, dünya görüşünün, yaşama kültürünün, üzerinde uzunca durulup düşünülmesi, açımlanması gereken gizli tarihidir… Tophane’de bir sokağa adını veren “Tonton Kaptan “acaba kimdi? Hayatından bir roman çıkar mı? “Kirazlı Mescit Sokağı”, Melih Cevdet’in ünlü şiirindeki sözlerle, “sevdiğim” bir “sokak adı”, benim bir şiirimin adı ve Beyazıt’tan Haliç’e doğru inen bu sokağın betimlenmesidir… İstanbul’daki sokak adlarının kökeni, öyküleri konusunda acaba çalışmalar yapılmış mıdır? Böyle bir çalışma sanırım çok ilginç olur, düşündürücü sonuçlar da verirdi… Paris’te birçok sokak; bilim, sanat, siyaset alanlarında başarı kazanmış kimselerin adlarını taşıyor. Dünyadaki belli başlı kentler arasında bu bakımdan bir karşılaştırma yapılması sanırım yine çok ilginç sonuçlar verirdi…”[5] DEVAM EDECEK…
Ayşe Kasap
1] Yücel, Erdem. “Kirazlı Mescit Sokağı”. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Belleteni, 1974
[2] M. Orhan Okay’la Şehzadebaşı’ndan Beyazıt Meydanı’na s. 133. Beşir Ayvazoğlu. İstanbul Tarihi. 10. Cilt.
[3] Arpad, Burhan. “Bir İstanbul Var İdi”. Remzi Kitabevi, 2007.
[4] Kuban. Doğan. “Perihan Balcı’dan İstanbul’un Eski Ev ve Sokakları, Yapı Kredi Bankasının Sergi Broşürü, 1972.
[5] Behramoğlu, Ataol. “Cumartesi Yazıları: Sevdiğim Sokak İsimleri Gibi”. Cumhuriyet, 22 Temmuz 1995.