2015 yılındaki ilk Balkan seyahatimizde Arnavutluk’tan sonraki ikinci durağımız, Saraybosna idi. Solumuzda yemyeşil rengiyle Neretfa nehri nazlı nazlı akmaktaydı. Bu esnada seyahat ettiğimiz otobüsün televizyonunda Aliya İzzet Begoviç hakkında hazırlanan belgeseli videodan büyük bir dikkatle izliyorduk.
Yol üstünde bulunan bir tesiste mola verip kuzu çevirmesi yedikten sonra yola çıkıp Konjik beldesinde Osmanlı zamanından kalma bir köprüyü görerek muazzam bir manzara eşliğinde ilerlemeye devam ediyoruz. Yolumuz, devasa bir ormanın içinden geçiyor; her taraftan küçük çaylar akıyor. Ormanlık alanlarda son derece titiz bir şekilde istif edilmiş tomrukları ve keresteleri görüyoruz. Düzlük alanlarda ise biçilmiş otlar konik bir vaziyette istiflenmiş durumda. Ormanlık ve çayırlıklarla örtülü tabiatta rastladığımız bu düzenliliği neredeyse bütün Balkanlarda görmek mümkün.
Nihayet Bosna ile Hersek’i birbirinden ayıran tünelden geçtik ve Bosna Kantonu’na giriş yaptık. Bir süre ilerledikten sonra yine çok donanımlı ve yaklaşık 3 km uzunluğunda bir tünelden geçerek Sarayova’ya (Sarajevo) ulaştık. Bu tünel, çok dikkat çekici bir biçimde ışıklandırılmış ve havalandırma sistemi de oldukça titiz bir şekilde yapılmış. Sarayova’nın etrafı İğmen dağlarıyla çevrili. Bu dağlar son derece sık ağaç örtüsüyle kaplı. Bunun nedeni de yine dağların her tarafından çıkan pınarlar. Bu pınarları ve ormanları görünce ecdadımızın buraları niçin yurt edindiklerini anlamak daha kolaylaşıyor.
Tünelden geçtikten kısa bir zaman sonra çok geniş bir alanda yayılmış olan Vralo Bosna adını taşıyan botanik parka ulaştık. Daha önce Batum’da gördüğüm botanik parkındaki bitki çeşitliliğini burada göremesek bile yine de görülmeye değer bir milli park olduğunu söyleyebilirim. Parkta bir süre dolaştıktan sonra Sarayova merkezine geçiyoruz.
Girişte, Sırpların savaş sırasında bombaladıkları ve Bosnalıların hatırlamak için yıkmadıkları televizyon binasının harabesi, ilk dikkati çeken yer oluyor. Yolun hemen sağ tarafında Yugoslavya zamanından kalan ve gettoları hatırlatan yüksek binalar var. Bu binalardan sonra ise yeni inşa edilen modern binalar görülüyor.
Sarayova’nın nüfusu yaklaşık 700 bin. Ancak sonraki yıllarda büyüyeceğini düşünerek 3 gidiş 3 dönüş olmak üzere 6 şeritli geniş yollar yapmışlar. Bu geniş yolların ortasında banliyö trenleri çalışıyor ama tren hatlarının bakımsız olduğu anlaşılıyor.
Yol üzerinde, yeni yapılan TV binasıyla, modern mimariyle inşa edilmiş bir cami, az ilerisinde de bir katedral görüyoruz. Aynı bölgede Başbakanlık binası, kilise ve silindir şeklinde inşa edilmiş bir AVM bulunuyor. Müslüman, Katolik, Ortodoks, her inançtan dini yapıların bir arada bulunmasından dolayı Sarayova’ya “Avrupa’nın Kudüs’ü” denilmekteymiş.
Şehrin tam ortasından Milyaşka diye adlandırılan nehir geçiyor ki bu nehrin üzerinde, Birinci Dünya Savaşı’nın görünür çıkış sebebi olan Sırp genci Miloş tarafından üzerinde Avusturya-Macaristan veliahtını öldürdüğü Latin köprüsü bulunmakta. Bu nehrin bir kıyısında “İnatkuça” evini görüyoruz. Bu eve böyle bir ad verilmesinin nedeni de Milli Kütüphane’nin yapılışıyla ilgiliymiş. Evinin bulunduğu yeri kamulaştırıp kütüphane yapılmak istendiğinde evin sahibi, evinin aynısın karşı kıyıda yapmaları şartıyla vereceğini söylemiş ve evin aynısı yapıldıktan sonra evini vermiş. Anlaşılıyor ki inat kelimesi Türkçeden geçmiş.
Otobüsümüzün geçtiği yolun sağ tarafındaki tepelerde Sırplar yaşıyormuş ve savaş sırasında bu tepelere yerleşen keskin nişancılar, Boşnaklara ateş edip birçok Boşnak Müslüman’ın şehit etmişler. Aslında yerleşim yerlerinin tamamı tepelerde bulunuyor, zira düzlük araziler, tarım alanı olarak kullanılıyormuş.
2015 yılında yaptığımız turistik gezide konakladığımız otelde akşam yemeğimizi yiyip çay ve kahvelerimizi içtikten sonra cesur bir arkadaşımızın “hadi taksi tutup Mostar’a gidelim!” teklifiyle birden harekete geçtik. Bu durum, ertesi gün gündüz saatlerinde gezeceğimiz şehir ve meşhur köprünün gece görüntüsü ve bu bölgede akşamları nasıl bir hayat yaşandığını görmek için en iyi fırsat idi. Ben ve eşim hemen olumlu cevap verdik. Bizim gibi birkaç aile daha katılınca üç taksi çağırıp gezintimiz bittiğinde tekrar bizi alacaklarına dair söz aldıktan sonra taksilerle Mostar’a doğru yola çıktık. Yaklaşık yarım saat sonra Mostar Köprüsü’nün yanındaydık.
Neretva Nehri’nin üzerine 1566 yılında Mimar Hayrettin tarafından inşa edilen köprü, 1993 yılındaki Boşnak-Hırvat savaşı sırasında Hırvatlar tarafından atılan füze ve roketlerle maalesef yıkılmıştır. 2002 yılında Unesco’nun desteğiyle Türkiye Cumhuriyeti tarafından yeniden inşasına başlandı. Köprünün nehre düşen orijinal taşları deforme olduğu için köprünün ilk yapımında kullanılan taş ocağı yeniden açılıp yeni çıkarılan taşların eski haline uygun biçimde yontulmasıyla inşa süreci başlatılmış, inşa sırasında köprünün temelleri de sağlamlaştırılmıştır.
30 metre uzunluğunda, 24 metre yüksekliğindeki köprünün kemerindeki çalışma Haziran 2002’de başlamış, köprülerin en son yerleştirilen ve köprüyü tutan kilit taşı da yerine konulduktan sonra inşaatı tamamlanan Mostar Köprüsü, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu çok sayıda devletin temsilcilerinin hazır bulunduğu bir törenle, 23 Temmuz 2004 tarihinde, dünyanın birçok ülkesinde televizyonlardan yapılan canlı yayın eşliğinde tekrar kullanıma açılmış, eski Mostar şehriyle birlikte 2005 yılında Dünya Mirası Listesi’ne alınmıştır.
Kısaca geçmişinden söz ettiğim tarihi Mostar Köprüsü’nün gece görüntüsü muhteşemdi. Üzerinde bir baştan bir başa birkaç kez yürüyüş yaptıktan sonra tenha sokaklardan geçip kahvehane ve kafelerin bulunduğu çarşıya ulaştık. Mostar’ın gece görüntüsünü görmek için gelen turistlerin uğrak yeri olan kafelerde biraz oturduk, birkaç Türkçe bilen yerli kişiyle tanıştık. Sonra taksilerin bizi bıraktığı yere dönüp otelimize geri döndük. Taksicilerin sözlerini tutmuş olmaları bizi çok sevindirdi. (Devam edecek)
Prof. Dr. H. Ömer Özden