Hüznün Beyaz Öyküsü Sarıkamış

Gencecik insanlar, vatan sevdası ve mücadelesi uğruna evinden, barkından, evlad ü ayalinden uzaklarda, işte bu karların altında kaldılar.

“Neyine güvenem yalan dünyanın
Kerem’i yandırıp kül etmedi mi?
On bir ay bülbülü ettirdi feryat
Gül için bülbülü lâl etmedi mi?”

Karslı âşık Çobanoğlu’nun gönlünün harmanından, sazının telinden dökülen türkülerin eşliğinde, bir akşam vakti, Kars’tan Sarıkamış’a doğru yola çıkıyoruz. Önümüzde uzanan asfalt yol dışında, gözümüzün alabildiği her yer bembeyaz karlarla kaplı. Uçsuz bucaksız, bembeyaz bir sonsuzluk …

Yalan dünya, aşkı uğruna Kerem’i yakıp kül ettiği gibi, bülbülü lâl ettiği gibi, nice canları da hayatının baharında kara toprağın bağrına almadı mı?

İşte Sarıkamış, işte bembeyaz karlar…

Gencecik insanlar, vatan sevdası ve mücadelesi uğruna evinden, barkından, evlad ü ayalinden uzaklarda, işte bu karların altında kaldılar.

Sarıkamış’ı her duyduğumuzda, yüreğimiz dağlanır, içimiz yaralanır, mahzun bir sessizlik kaynar içimizde. Hüznün beyaz öyküsü olur Sarıkamış, uçsuz bucaksız, alır götürür bizi…

Sarıkamış’a doğru giderken, yüreğimiz yanıyor.Yüzyıl önce bu coğrafyayı kaplayan beyaz karlarda, o dondurucu soğuk kış günlerinde bu topraklara düşen gencecik canların, şehitlerin ve onların geride bıraktıklarının destansı öyküleri hüzünlendiriyor hepimizi… Ruhları şad olsun, mekânları cennet…

Sessizliğin ve suskunluğun derinliğinde kaybolduğumuz, yaklaşık 58 km’lik yolculuğun nihayetinde, akşamın koyu karanlığındayız.Beyazlar içindeki Sarıkamış Kayak Merkezi’nde konaklayacağımız otelin önünde duruyor aracımız.İliklerimize işleyen bir ayaz, buz gibi esen bir rüzgârla karşılıyoruz Sarıkamış’ta.

Daha araçtan dışarıya adımımızı attığımızda ayaklarımız kaymasın diye, ürkek ve çekingen adımlarla, bir an önce içeriye girelim telaşıyla çıkıyoruz otelin merdivenlerinden. Otel lobisi kalabalık, yerler ıslak ve kaygan… Kayak elbiseleriyle, eldivenleriyle şapkalarıyla girenler, çıkanlar, oturanlar, konuşanlar… Yoğun bir uğultu ve karmaşık bir ortam açıkçası… Garson elinde tepsiyle servis yapıyor. Üstünden kıvrım kıvrım buğu yükselen çay, ancak bu kadar özlenir ve istenirmiş, bir kez daha anlıyorum. Demini almış sıcak çay insanın içini ısıtıyor, yudumluyorum.

Ve sabah… Odamın penceresinin perdelerini açtığımda çam ağaçlarının eğilmiş dallarına yüklenen kar yığınları ve dağ yamaçlarına doğru alabildiğine ışıldayan beyazlıkla karşılaşıyorum… Güneş ışınlarının donmuş kar yüzeylerine çarpmasıyla oluşan çizgi çizgi ışıltı, göz kamaştırıyor.

Kahvaltı sonrası yoğun bir program var; ilçeyi, kayak alanını ve şehitliği gezeceğiz…

Mihmandarımız önce ilçeye değil, Katherina Köşkü’ne gidelim diyor ve yola çıkıyoruz. Katherina Köşkü ilçeye de, kayak merkezine de neredeyse birer km uzaklıkta. Sanki bir üçgenin köşelerinde adeta.

Köşk, sarıçam ormanlarının bittiği ve geniş bir ovayı andıran düzlükte, beyaz karların ortasında.Uzaktan bakınca muhteşem görünüyor, büyüleyici, vakur ve asil duruşlu… Özgün mimarisi ve hikâyesiyle Av Köşkü de denilen Katherina’nın Köşkü, 19. yüzyıl Baltık mimarisinin Kars’taki en güzel örneklerinden biri. Köşkü, Rus Çarı II. Nikola hasta oğlu Alexi’nin tedavisi için yaptırmış aslında. Bir rehabilitasyon merkezi ve beraberinde Çar ailesi için av köşkü olarak, iki ayrı bölüm halinde inşa edilmiş.1914 yılında ise Çar II. Nikola ve eşi Sarıkamış’a gelerek bu köşkte kalmışlar. Ve yöre halkı buraya Katherina Köşkü demiş o günden sonra.

Sarıçam ormanlarının hâkim olduğu yılın yedi – sekiz ayı karlar altında kaldığı için bölge avcıların da vazgeçilmez mekânı olmuş. Av Köşkü, değerli misafirlerin ağırlandığı bölüm, asıl köşk ise çeşitli zamanlarda hastane ve saray olarak kullanılan diğer bölüm. Bazalt taşından yükselen temeller üzerine ahşaptan inşa edilen yapı 28 odalı. Köşkün zemininden çatısına kadar duvarları, tavanı, tabanı, kapısı, penceresi kısacası tamamı,dört bir köşesi ahşaptan yapılmış. Öyle inşa olunmuş ki; hiçbir yerinde bir tek çivi dahi kullanılmamış. Ve ön cephesindeki ahşaptan yapılmış verandası, binaya çekici bir güzellik katıyor. Köşkün giriş merdivenleri ve giriş kapısının iki yanındaki işlemeli sütunlar ise, bazalt taşlarından yapılmış. Köşkün ısıtması, kolonlar içinden geçen borulardaki sıcak su ile sağlanıyor.

Ancak, köşkü uzaktan seyretmek ne kadar etkileyici olsa da yanına yaklaştığımızda kaderine terk edilmiş ve giderek harabeye dönüşen bir halde görünüyor, derin bir sessizlik içinde,mahzun, kendi halinde…

Katherina Köşkü’nden sonra ilçe merkezinin sokaklarında, çarşısında geziyor ve birkaç tarihi mekâna uğruyoruz hep birlikte.

Onlardan biri, 1907’te Çar II. Nikola tarafından Rus Garnizon Kilisesi olarak yaptırılan ve taş işçiliği ile dikkatleri çeken kilise. Mimari açıdan özgünlüğü ile ilgi çekiyor kilise, 1917’de sinema olarak kullanılmış, 1970’te geçirdiği yangından sonra da restore edilmiş ve cami olarak kullanılmaya başlanmış. Yine Ruslardan kalan, bugün sadece yığma taştan yapılmış dış duvarları ayakta kalan Demiryolu Cer Atölyesi ile etnografik eserlerin sergilendiği Sarıkamış Kültür Evi de görülmeye değer yerlerden.Gezdik ve fotoğraflarımızı çektik.

Sarıkamış’a gelip kaymamak olur mu? Sarıkamış’a gelip telesiyişle 2600 metre rakımlı Cıbıltepe’ye/Bayraktepe’ye çıkmamak olur mu?

Çocukluğumda, mahalle aralarında yaptığımız kızaklar dışında kayak yapmadım sayılır, bir kayakçı da değilim zaten.Daha önce Uludağ’da, Ilgaz Kayak Merkezinde birkaç kez küçük denemeler ve kısa mesafelerdeki kaymalarım sayılmazsa, kayak bize uzak olan bir spor. Arkadaşların buraya kadar gelmişken, ‘yapalım’ ısrarı ve teşviki üzerine ve Sarıkamış’ın karlarını da görünce, bir kayak hocası nezaretinde denemeye niyetlendik. Kayak yapmak için giysilerimizi verdiler.Odalarımıza çıktık. Biraz ürperti ve biraz da heyecanla, bir kayakçı gibi giyinmeye başladım. Terlemeyelim, soğuktan korunalım diye, vücudumuzun hava almasını da sağlaması için termal içlik, üst body ve alt pantolon olmak üzere iki parçadan oluşan özel kıyafeti de  giydim. Aynanın karşısında neredeyse kendimi tanınamayacak biri olmuştum. Yumuşak bir dokuya sahip kayak çorabı ve kayak botlarımı da giyip, eldivenler, bere ve kulaklıkları da takarak tam tekmil çıktım dışarıya…

Karlar üzerinde alışmadığımız bir şekilde elimizdeki batonlara dayanarak telesiyişe doğru ilerledik. Telesiyişe binip kemerlerimizi bağladık, iki kişiydik yan yana, ayaklarımızı salladık. Ve telesiyişle yükseliyoruz. Gittikçe yükselen, yükseldikçe ayaklarımızın altında kalan bembeyaz karların ve tepeden aşağıya sağa sola eğimler çizerek bir kuğu gibi inen kayakçıları seyrederek ağaçların arasından yükseliyoruz. Sarıkamış farklı ve özel bir kayak alanı. Parkurun etrafı yüksekliği 20 metreye varan sarıçamlarla kaplı, güneşli bir hava ve oksijen bol.Gerçekten yukarılara çıktıkça çıkmak, buraya gelmeye değiyor.

Bayraktepe’nin en zirvesindeyiz, teleseyişten iniyoruz. Sanki bulutların arasında, bembeyaz bir dünyadayız. Muhteşem bir tablo.Hafiften esen soğuk rüzgârın arasında gözün alabildiği her yeri görebilmek, bembeyaz çevreyi izlemek masalsı bir dünyada yaşamak gibi.Bayraktepe’den aşağılara, ilçeye uzaktan bakmak, şehitlik alanında dalgalanan ay yıldızlığı bayrağın dalgalanışı izlemek tarifsiz bir seyir zevki yaşatıyor. Tepedeki kafede verilen sıcak çayı yudumluyoruz. Sırf manzara için bile telesiyişle en yüksek noktaya çıkıp, orada alabildiğine bir beyaz okyanusa benzeyen geniş coğrafyayı, uçsuz bucaksız manzarayı seyretmeye değer. Tekrar telesiyişle inerken sarıçamların arasında beyaz karlar arasında ki pistlerde yalpalar yaparak, aşağılara doğru bir yıldırım hızıyla süzülen kayakçıları izleyerek tepeden inmek ise zevkli bir heyecan.

Aşağıda kayağı yeni öğrenenlerin parkurunda hocamız bize refakat ediyor. Kimi zaman tutuyor, kimiz zaman bırakıyor ama hep sözleriyle ne yapacağımızı söylüyor. Kayıyoruz, kaydıkça heyecanlanıyor ve devam ediyoruz. Kaymak oldukça zevkli bir duygu ve denemeye değer, daha doğrusu öğrenmeye ve kaymaya değer… Geç kalmışız.

Otelin önüne geldiğimizde, yoğun bir kalabalık vardı. Ve kalabalık grup grup ilçe meydanına araçlarla gidiyordu. Meydana geçtik bizde.

Mahşeri kalabalık… Gittikçe çoğalan, büyüklü, küçüklü, gençli, yaşlı yoğun bir kalabalık…

Her seferinde adını duyduğumuzda yüreğimizin kavrulduğu,  acı bir hüznün yüreğimize çöktüğünde rahmetle, şükranla, ama tarifsiz bir acıyla yâd etmiştik, bulunduğumuz farklı coğrafyalarda… Ama bu sene 2017 yılının Ocak ayında, acının ocağındayız. Yüzyıl önceki o günlerdeyiz, o yerdeyiz. Sarıkamış’tayız,  meydandayız… Biraz önce mevlit okundu, Kur’an tilavet edildi, dualar yapıldı… Birazdan yürüyüş başlayacak. Meydanda toplanan kalabalık, akşam vaktinin ilerleyen saatlerinde 4 km’lik yolu meşaleler eşliğinde, tekbirlerle, dualarla yürüyeceğiz.

Sarıkamış!.. Acının tanımsız yarası, hüznün unutulmayacak acısı…

Kimi yer adları vardır ki, asla unutulmazlar, derin izlerle kazınmıştır hafızalara.

O adlar, bir milletin direnç ve diriliş noktalarıdır, can damarlarıdır. Kimi, unutulmayacak üstün başarıların, göğüs kabartan destanlarıdır, Çanakkale’dir, Dumlupınar’dır, Sakarya’dır. Kimi ise ateşin köz gibi düştüğü, acının ve hüznün hâlâ yürekleri dağladığı hüzün türküleridir, içlidir, yakar kavurur hep… O Sarıkamış’tır. 60 bin askerin Ruslara değil, soğuğa ve sefalete yenilgisidir.

Ellerimizde meşalelerimizle, gittikçe ayazı artan bir gece vakti, yurdun her bir köşesinden gelmiş binlerce insanla yürüyoruz. Onlar, işte böylesi ayazlı bir akşamda, nefessiz kaldılar bu karların üzerinde… Allahuekber dağlarına, Sarıkamış şehitliklerine doğru, dillerde ve gönüllerde sadece tekbir ve duaların olduğu, bu kış gününde o şühedanın aziz hatırasına, bu vatanın evlatları olarak onları unutmadığımızı, unutmayacağımızı ifade etme adına, kendi içimizin derin hüznünde yâd ederek yürüyoruz.

Bir yerde okumuştum. Hatırladığım kadarıyla şöyle diyordu, Rus Kafkas Ordusu komutanlarından Dük Aleksandroviç Pietroviç Sarıkamış anılarını anlatırken: “İlk sırada diz çökmüş dokuz kahraman. Mavzerleriyle nişan almışlar, tetiğe asılmak üzereler ama asılamamışlar… İkinci sırada cephane taşıyanlar var, sandıkları bir avuçlamışlar ki, kâinattan hırslarını almak istiyor gibiler. Öylesine kaskatı kesilmişler… Ve sağ başta Binbaşı Nihat. Dimdik ayakta, başı açık, saçları beyaza boyanmış, gözleri karşıda… Allahuekber dağlarındaki son Türk müfrezesini teslim alamadım. Bizden çok evvel, Allah’larına teslim olmuşlardı…”

Soğuk gittikçe artıyordu. Allahuekber dağı eteklerindeki Sarıkamış Şehitliği’ne doğru ellerde meşalelerle, dillerde dualarla yürüyoruz hep beraber…

Vatan, can kadar, canan kadar azizdir. Ve Enver Paşa, 93 Harbi’nde Ruslar’ın eline geçen Batum, Sarıkamış, Kars ve Ardahan’ı yeniden vatan topraklarına katmak amacıyla, Rusları hiç beklemedikleri bir yerden, Allahuekber dağlarından aşarak vurmayı planlamıştı. Harekâtın ilk iki günü, başarıyla geçmişti , ama ilerleyen günlerdeşiddetlenen olumsuz hava koşulları, her şeyi altüst etmişti.

3-4 Ocak 1915 gecesi ise artan fırtına yoğun kar yağışı, yolları kapayıp çadırları yıktı. Şiddetli ve dondurucu soğuklar bastırınca, zaten yazlık kıyafetlerle gelmiş olan ordu, bir yandan soğuk, bir yandan salgın hastalıklarla boğuşmaya başladı.Yer yer iki- üç bin rakımlı geçitlerinde, ısının sıfırın altında otuz dereceye kadar düştüğü Allahuekber dağları, 37 bin şehit verilerek aşıldı ve Sarıkamış kuşatıldı.Ancak aşırı soğuk ve açlık yüzünden, amaca ulaşılmadı. 5 Ocak 1915’de harekât sona erdi.

 Rakamlar farklı olarak verilse de, Osmanlı Ordusu bu dağlarda, 60 bini donma sonucu olmak üzere, tam 78 bin şehit verdi. Rus birlikleri de bu savaşlarda 32 bin askerini kaybetti.

Akşamın ilerleyen vaktinde, üç dört saat süren yürüyüşümüz Yukarı Sarıkamış Şehitliği önüne kadar sürdü. Gecenin karanlığında okunan Kuran ayetleri ve yapılan dualarla, aziz şehitlerimizin hatıralarını yâd eyledik.

Her ne kadar bir asır sonra, aynı coğrafyada, belki aynı dondurucu soğuk iklimde ve vakitte burada bulunsak da, üzerimizdeki bizleri koruyan giysilerimize rağmen üşürken, onlar, o vatan evlatları, bize bu toprakları bırakmak için, canlarını bu beyaz karlara gömen, aziz şehitlerimizi ne kadar hayırla ansak da, inanıyorum ki haklarını ödeyemeyiz.

Ruhları şad olsun mekânları cennet…

 İbrahim Yasak

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir